Quantcast
Channel: Tawannanna
Viewing all 273 articles
Browse latest View live

TASK FORCE 38 (SQUAD 38) : KORE DİZİSİ

$
0
0




 2016 dizilerinden 16 bölümlük Task Force 38 (Squad 38),  son zamanlar içinde izlediğim en iyi Kore dizilerinden bir tanesi. Gerçi benim adıma çeşitli nedenlerden dolayı uzun bir süreye yayıldı ve bu nedenle diziyi bitirmem zaman aldı.


Kore dizilerini takip edenler izlemiştir zaten ancak henüz izlememiş olanlar için yazının henüz daha başında izleyin diyerek  gönül rahatlığıyla tavsiyede bulunabilirim.


Dizide Ma Don Seok, Seo In-Guk, Song Ok-Suk , Ahn Nae Sang, Oh Man Seok ve nicesi yer alıyor.



Task Force 38 iyi kurgusu, akıcılığı, başarılı oyunculuk performansları ve karakterizasyonunun yanında aslında hoş ve seyirlik bir sistem eleştirisini arka plana yerleştirmiş olmasından dolayı da keyifli bir dizi bana kalırsa.






Olaylar  belediyede yer alan bir vergi dairesinde ( sistem bizden biraz daha farklı tabii) başlıyor. Diziyi izleyenler fark etmiştir, ofiste şöyle bir tabela asılı - tam hatırlamıyorum ancak yaklaşık - "Sonuna kadar kovalayın ve parayı tahsil edin ". Burada kovalayacak olanlar bu dairede çalışan vergi memurları, parayı  da vergi mükelleflerinden toplayacaklar.



Her ülkede (tamam hepsi değil ama dünyadaki çoğu ülkede) vergi sistemi önemli bir kaynak. Yönetim tarzı ne olursa olsun  toplanan vergiler idareciler için önemli bir gelir. Neden? Çünkü bunları geri dönüştürerek, bu vergiyi ödeyen topluma hizmet sunmalılar. (Normalde)



Çok eskiden, bilmiyorum hatırlayan var mıdır, şimdiki kamu spotları gibi çeşitli reklamlar olurdu; "Her alışveriş, bir fiş" ya da "Vergi size yol, su, hizmet olarak geri döner" diye. Gerçekten de ideal sistemlerde toplanan vergilerin birilerinin ceplerine gitmemesi aksine eğitim, sağlık, ulaşım ve güvenlik şeklinde geri dönmesi lazım. Ve en önemlisi, verginin istisnasız herkesten, zengin ve fakir demeden, alınması lazım. ( İdeal sistemde hahahaha )



Her neyse, işte bu ofiste çalışan kamu görevlileri de canla başla vergi borcu olanlardan borçlarını toplamaya çalışmaktalar. Her ofiste yaşanan klasikleri burada da görüyoruz, bu da insanın diziye daha bir kanının kaynamasını sağlıyor. Mesela çok yoğun gözüküp aslında bilgisayarda solitaire oynuyor olmak, sorun çıktığında ortadan kaybolmak gibi...  En önemli klasik,  müdürlerin " Bu ay az toplamışsınız, daha fazlasını getirin" diyerek çalışanların tepesine binmesi. Onları fakir ve zor durumdakilerin üzerine salarken, imtiyazlılar listesine dokunulmamasını sağlamaları.



Dizi, ağırlıkla bu ofisteki bir ekibe odaklanıyor. Onlar da diğer ekipler gibi zaman zaman sahaya çıkıyorlar (bizdeki hacizcilere benzer şekilde), mallara el koymak için gittiklerinde dayak yiyorlar, hakaret dinliyorlar, delicesine bir mücadele verirken aynı zamanda vicdan azabı da çekiyorlar ve sistemi içten içe sorguluyorlar.






Dizide işler  bu ekibin en büyük vergi borçlularından biri olan Ma Jin Suk' un kuyruğuna basmasıyla kopuyor. Fakirlerden, dayısı amcası olmayanlardan dayak yiyerek olsa da  para toplamak yani vergi tahsil etmek  kolay ancak azizim zengin adamlara yaklaşmak öyle kolay değil! Başlarına gelmeyen kalmıyor ve aslında sistem içindeki adaletsizlik biraz daha  gözler önüne serilirken izleyen ile birlikte kayışı koparan ekibin şefi Baek Sung II, hafiften "dark side" a geçmeyi göze alarak, yakın zamanlarda çeşitli olaylar sonucu tanıştığı, usta bir dolandırıcı olan Yang Jung-Do ile, bu adamın parasını alıp vergisini ödemek için bir anlaşma yapıyor. Amaçları Jung-Do' nun kurduğu profesyonel dolandırıcılardan oluşan bir ekip ile bu zengin adamın parasını cukkalayıp, cukkalanan bu paranın  vergi dairesine gitmesini - bu şekilde vergi borcunu ödemesini - sağlamak ve hem adama bir ders vermek hem de biraz da olsa adalet sağlamak.






Olaylar adım adım devam ederken aslında  dizi ilerlerken ve kurgu akarken bir merdivenin basamakları çıkılıyormuş gibi hissediyor insan. Yani şehrin tek zengin adamı Ma Jin Suk değil sonuçta. Kazdıkça gerisi, daha büyük balıklar, daha önemli isimler  geliyor ister istemez diyerek burada sonlandırayım.



Dizinin üzerine yoğunlaştığı kavramlardan bir tanesi "yozlaşmışlık". Belki, kamuda yozlaşmışlık diyerek biraz daha daraltabiliriz bunu. Polis rüşvet alıyor, savcı rüşvet alıyor, şehir idarecileri rüşvet alıyor, iş adamları rüşvet alıyor... Bu o kadar rayına oturmuş ve içselleştirilmiş ki almayanı dışlıyorlar :) Şakası bir yana herkesin "Bu işler böyle döner" tavrı rahatça hissediliyor. Buradaki rüşvet sadece para bazlı değil. Aslında daha çok güçten yana olmak. Sen güçlü olanın pis işlerini yapacaksın ki,  o da seni ileride görecek konusu. Kısacası çoğu kamu görevlisi  halk için değil, kendisi ve güç için çalışıyor. Bunu değiştirmek isteyenler, kamuda çalışıp bu düzene bulaşmak istemeyenler ayrıca buna başkaldırmak isteyenler   kendilerince çabalıyor ancak bunu başaramıyor zira her şey oturmuş. Ağ çok kuvvetli.


Sonra noluyor, dolandırıcılar bir nevi modern Robin Hood oluveriyorlar.


"Bizler, elimizi   kirletmeden suç işleriz. Fakirler bizim için savaşıp birbirlerini öldürecekler."


Dizideki zengin amcaların mottosu bu. Amcalardan biri bunu açıkça dile getiriyor zaten. "Adalet fakirler için yaratılmış bir yanılsamadır ve bırakalım bu fakirler bunu sağlamaya çalışırken birbirlerini öldürsünler. Bizler temiziz". İşte görüldüğü gibi, insan eliyle yaratılan tüm sistemlerin açıkları var ve bu açıktan içeri sızan virüsler hiç de alçak gönüllü değil. Adalet bir yanılsama  olarak kaldığı sürece ve herkese adalet sağlanmadığı sürece virüsler her zaman var olup yayılacak ve güçlenecekler.



Bu zengin takımının en sinir bozucu yanı taşıdıkları;  "Biz bu şehir için neler yaptık! Vergi borcumuzdan daha fazlasını sağladık. Öyleyse neden vergi verelim ki?" mantığı. Dizi içindeki vergi ve yozlaşmışlık konularında olduğu gibi bu kendini haklı görüş de  evrensel.


"Ne yaptınız?" diye soruyorum. Yani kara para aklamak için paravan şirketler kurmak bir yandan da şehir içindeki tefecilik ağını yönetmek, kurulan şirketlerde sigortasız eleman çalıştırmak, vergi kaçırmak, düzgün istihdam sağlamak yerine kukla şirketler ya da sahtekar şirketler açıp sonrada sorumluluğu haberi olmayan çalışana sallamak, değerli arazileri ucuza kapatmak ve rantçılık  ise konu, evet dizideki amcalar çok şey yapmışlar. Diziden bahsediyorum ha, yanlış anlaşılma olmasın.


Neyse, işte bu evrensel konuların dışında dizideki karakterler ve performanslar da iyi. Seo In Guk, Jung Do olarak çok doğal. Yeterince övgü almış zaten ancak bir o kadar övgüyü de Ma Dong Seok  hak ediyor kanımca. Çünkü Baek Sung II, izleyene çok yakın gelecek şekilde  dürüst, kendini sorgulayan, çabalayan, kimseyi kırmak istemeyen, alttan alan, ekibine düzgün davranan ve bu nedenlerle yıpranan ve daha çok yıpranan bir vergi memuru olarak canlandırılıyor. İnsanı en çok etkileyen noktalardan bir tanesi, bu derece dürüst, işine saygılı ve iyi niyetli bir insanın  karşısındakilerle temiz yollarla baş edemeyeceğinin farkında olarak yaşamaya çalışması. Fırsatını bulduğunda yani anlayacakları dilden konuşacak imkanı bulduğunda dahi buna temkinli yaklaşması. Ve daha da etkileyici olanı, aslında eğlenceli olanı, Baek Sung II bu yola girdiğinde benim de sevinçle halaya kalkmam hahaha. (Yalnız değilimdir eminim ^^)  Öte yandan, karakteri daha hoş yapan nokta, bu karanlık yolda ilerlerken bile ilkesini kaybetmemesi. Bu ilke ve prensip, bir karakter için önemli öğeler.






No Bang Sil (Song Ok Suk ) Öncelikle dizideki göz makyajını çok beğendim. İkincisi dizideki ekibe inanılmaz ağırlık (olumlu anlamda) katan bir performansı var. Ben izlerken pek keyif aldım.





İşte dizideki en güzel iki kadın;





Jo Mi joo (Lee Sun Bin)


Kendisini sadece güzelliğiyle değerlendirdiğim düşünülmesin. Dizi içindeki performansı da oldukça oturaklıydı ancak bu güzel göründüğünü değiştirmiyor.






Choi Ji-Yeon  ( Kim Joo Ri)

Dizide pek bir şey yapmıyordu ancak duruşu yeter. Özellikle saç ve makyaj uyumuna bayıldım. Ayrıca Bolshoi mezunuymuş, kendisini ayrıca takdir ettim.



Dizide göze çarpan başka bir karakter Ahn Tae- Wook (Jo Woo-Jin). İş hayatında böyle tipleri (ya da karakter mi demeliyim?) çok görürsünüz. Giyimine kuşamına özen gösteren, sosyal kuralları önemseyen (piramidin üstüne doğru olanları), tavırlarına dikkat eden, hesaplayıcı, kurnaz, iş bilen,  kendilerinin çok zeki olduklarını düşünen kişilerin yanlış ata oynamaları beni eğlendiriyor.



Dizi ile ilgili bir sorum var. O da Park Deok Bae (Oh Man-seok) ile ilgili yani bizim Baek II' nin çocukluk arkadaşı, dedektif olan. Öncelikle Oh Man Seok' u beğeniyorum (ha hahaha) o nedenle dizide görünce bu durum pek hoşuma gitti ancak O'na ne oldu sonra? Keşke gül yüzünü sonlara doğru bir görseydik yahu?



Veeee son olarak Başkan Chun. Dizinin belediye başkanı Chun, aslında siyasette yer alan ya da siyasete atılmayı hedefleyenlere önemli dersler veriyor. Kendisinin iyi niyetini mümkün olduğunca korumaya ve kuklası olmak zorunda kaldığı adamlardan gerçekten nefret ettiğine inanıyor izleyen. Peki verdiği ders ne? İşte siyasi kariyerinizin başlangıcında elinizi verirseniz sonra kolunuzu kaptırıverirsiniz. Bunun çıkışı yok ne yazık ki. En ufak zafiyet, en ufak hata size ilerleyen kariyerinizde manevra şansı vermez. Kendinizi kurtaramazsınız. Kendisi bunun örneği olmakla birlikte aynı zamanda seçim kampanyalarında adaylara paranın nereden aktığının da oldukça önemli olduğuna vurgu yapıyor. ( Bizdeki sistemden biraz farklı oradaki durum ama merak etmeyin, işleyiş aynı sayılır)




(Bu ne zaman çalsa eller havaya moduna girdiğim doğrudur ^^)



İşte dizi bir şekilde bizim gazımızı alıyor. Bu ekip, kötülere onların dilinden meydan okudukça rahatlıyoruz. Dizi olduğu için pembe yanları bizi rahatlatmak için yapılmış. Bunların içinde en sevdiğim - genellikle dizilerde bulunan - halkın sesi çıkınca sorumluların geri atması. Hatta istifa falan ediyorlar. Vatandaş bilinci önemli işte diye seviniyoruz bir şekilde.


İnsan eliyle yaratılmış her sistemin suistimale açık yanı var. Önemli olan bunun kötü niyetli şekilde kullanımına izin vermemek. Kamu görevlilerinin kim için çalıştığını bilmesi. Ve en önemlisi adalet. Sıradan geçim derdindekileri aldatmak için yaratılan adalet yerine önünde herkesin eşit olduğu bir adalet.


Ay işte nereden nereye geldi yazı. Neyse, bitiriyorum. Kurgusu, mantığı, rahatlatıcılığı ile güzel bir dizi. Bence şans verin.



"Hırsızlar, farklı kıyafetler içinde aslında aynı kişiler"

(Diziden)








GATE - Jieitai Kanochi nite, Kaku Tatakaeri: Anime

$
0
0




BİRİNCİ SEZON:


2015 animelerinden Gate' in ilk sezonu 12 bölüm. Animenin aslı Takumi Yanai' nin "light novel" serisine dayanıyor. Bir manga adaptasyonu da var.


Gate, modern dünya ile fantazi dünyasını buluşturan bir seri. Günün birinde Japonya' ya bir kapı açılıyor ve bu kapının içinden atlı süvariler, fantazi dünyasına ait canlılar ve ejderhalar çıkıyor. Kendileri de vardıkları bu dünyayı şaşkınlıkla karşılamakla birlikte önlerine çıkan herkese ve her şeye saldırıyor, pek çok sivilin ölümüne neden oluyorlar. İlk şaşkınlık atlatılırken, Müdafaa Kuvvetleri olaya müdahale ederek daha fazla kayıp olmadan olayın önüne geçiyor.


Serinin ana kahramanı Youji Itami  de ( Junichi Suwabe ) bu saldırıya yakalanıyor.  İlk bölümde Itami, boş gezenin boş kalfası bir otaku olarak tasvir ediliyor  ve düzenlenen bir etkinliğe heyecanla varmaya çalışırken görülüyor.


Bu saldırıyı anladığında pek çok sivilin kurtulmasını sağlayacak hamleler yapılıyor ve anlaşılıyor ki kendisi otaku kıvamını koruyan bir müdafa  kuvvetleri çalışanı yani asker. Ginza saldırısındaki başarısı nedeniyle terfi ettiriliyor ancak ilgi çekmeyi ya da üzerine fazla sorumluluk getirecek işlerden kaçan bir karakter yapısına sahip bir insan olarak bu terfiden pek memnun olmuyor. Bu ilk sezonun  en güzel yanlarından bir tanesi Itami' nin kimliğinin yavaş  yavaş ortaya çıkması.



Bu saldırıdan sonra Japonya durur mu? Hemen karar alınıyor;  "kapının ötesini keşfetmeliyiz! Bakalım neler var?" olayına girerek kapıdan tersine yönde birlik yollamaya başlıyorlar. İlk aylar kayıplarla geçiyor. Itami' nin birliği de ilerleyen aylarda kapıdan giriyor.



Kapının ötesi, evet bir fantazi dünyası. Çoğunluğu insan olmakla birlikte, bir imparatorluk altında birleştirilmeye çalışılmış köy ve kasabalardan oluşuyor. İnsanı var, elfi var, muhtemelen cücesi var, ejderhası var. Var da var...






Böylece iki dünya karşı karşıya gelmiş oluyor. Itami her ne kadar bir asker ve daha önemlisi bir otaku olarak tanımlanmış olursa olsun, iletişim ve uzlaşmadan yana bir insan olarak bu dünyadaki insanların bir kaçının güvenini kazanmayı başarıyor ki bunlar daha sonra Itami' nin çevresinden ayrılmayacak.


İlk dostları bir adet elf, bir adet büyücü ve bir adet yarı-tanrı. Üçünün de Itami' ye bir şekilde bağlılığı oluşuyor.


Serinin sıkıntılı olduğu bazı noktalar var ancak olumlu yanları daha fazla. Bunlardan bir tanesi yan karakterler sayılabilir. Öyle çok derinlikli falan olmasalar  da renkli ve eğlenceli sayılabilecek karakterler.


12 bölüm iki dünya arasındaki etkileşimlerle bu şekilde devam ediyor. Bu etkileşimlerden bir tanesi ise prenses ve ekibinin BL manga kavramı ile tanışması. Tabii ki bunu sanat olarak adlandırıp gönlümüzde taht kuruyorlar.

İnsanın sıkmayan, eğlenceli bir anime.





İKİNCİ SEZON:


İlk sezonu  eğlenceli ve keyifli bulmuş olsam da ikinci sezonu zorla izledim. Bitirmek için müthiş azim ve irademi kullandım. Bu sezon bana çok gereksiz ve zorlama geldi. Olmasaymış da olurmuş.

KRALLARIN MERHAMETİ (Ken Liu) : KİTAP

$
0
0



"...Fakat iktidarın, bir insanın dostlarını nasıl gördüğüne göre değiştiğini iyi biliyorum"



Kralların Merhameti, Çin doğumlu Amerikalı yazar Ken Liu' nun  Karahindiba Hanedanlığı serisinin birinci kitabı. İthaki' den çıkan kitap  600 sayfa.


Kitabı gördüğümde gözlerim parlamıştı, bu kadar çabuk yayınlanacağını ummuyordum açıkçası. Uygun bir fiyatla da alınca sarılasım gelmişti kitaba ve büyük bir beklentiyle başladım okumaya.



Kralların Merhameti' nin konusuna girmeyeceğim ancak bu kitapta yazar  Çin mitolojisi ve tarihinden esinlenerek, belli bir tarih çizelgesi üzerinde zaman ve mekan kırılması yaratarak konuyu ele almış. Yarattığı Adalar Devleti üzerinden, Savaşan Devletler dönemi, Qin Hanedanlığının düşüşü ve Han Hanedanlığının doğuşunu farklı bir mekan ve zaman üzerinde kurgulamış. Doğal olarak karakterlerin çoğu gerçek tarihi karakterlerden kurgulanmış Örneğin kitapta yer alan İmparator Mapidere, zamanında birbiriyle savaşan diğer altı krallığı kendi bayrağı altında birleştiren, bunu yaparken nice acılara sebep olan, tarihte bilinen ilk toplu kitap yakma eylemine imza atan, büyük bir hayali olan Qin Shi Huang'ın bir iz düşümü. Benzer şekilde Kuni  Garu   Liu Bang'ın  ve Mata' da Xiang Yu' nun yansımaları. Bu üçü kitapta yer alan ve tarihi kişilere  dayanan pek çok karakterden sadece üç tanesi.


Dediğim gibi, tarihi bir çizelgede mekan ve zamanı kırmış. Üzerine bir de soslar eklemiş. Aynı zamanda  tanrıları işin içine sokmuş. Tanrılar, kendi aralarındaki anlaşmaya bağlı olarak her ne kadar insanların işine direkt müdahalede bulunmasalar da onların gözlemciliği ve yorumları olaya farklı bir açı kazandırmış. Ayrıca Tanrı bunlar, ne yapacakları, ne tür oyunlar oynayacakları belli mi olur?



Kitabı  akıcı bulduğumu söylemeliyim. Olaylar hızlı gelişiyor ancak anlaşılır şekilde ele alınıyor. Bilemiyorum belki de bu tarihe ve olaylara aşina olduğum için  bana öyle gelmiştir, diğer okuyucular nasıl hisseder bilemiyorum. Hikaye ilerledikçe pek çok karakter işin içine giriyor, olaylara dahil oluyor. Çoğunun kendi bakış açısı, algısı ve durumlara getirdiği yorumları var. Farklı bakış açılarının harmonisi bazen karşıtlığı hatta fazlalığı  bence keyif verici. Buna ek olarak diyebilirim ki  kitapta komutan rütbesiyle boy gösteren ya da  kendisine bu ünvanın verildiği karakterlerin savaş taktikleri, savaş hakkındaki yorumları oldukça haz vermek ile birlikte uzak doğu savaş stratejilerinin de bir nevi özetini önünüze seriveriyor.


"Ömrünü fetihlerle geçiren bütün erkekler gibi o da, düşüncelerini kaçınılmaz düşmana yoğunlaştırmıştı. Pan, yıllar boyunca ölümsüzlük ve gençlik iksiri üzerine çalışan simyacılarla dolup taşmıştı. Dolandırıcılar ve sahtekarlar olarak yeni başkente akın etmişler ve yararlı bir sonuç vermeyen gelişmiş araştırma laboratuvarları ve araştırma teklifleriyle hazineyi boşaltmışlardı...."



Kitabın güzel noktalarından diğer bir tanesi ise, benim için, Mapidere' in yaptıklarının hem tanrılar hem de karakterler tarafından sorgulanması idi. Daha önce de söylemişimdir, bu eleman iki yüzlü bir madalyon. Ne taraftan baktığınıza bağlı. Burada da O'nun zalim yönetimine son vermeye karar veren - bazı - karakterler kendilerini bir iktidar zaferi ve güç yoğunluğu içinde bulunca, "ne için başlamıştık, nereye vardık" sorgulamalarına girip bazı sonuçlara ulaşıyorlar. Hep merak ederdim bu adam ölümsüzlük iksiri arayışına kapılmasa, aslında önemli olan ancak daha sonraya bırakılabilecek mühendislik projelerine girişmese ve belki de en önemlisi gücün avucuna oturmasa tarihte farklı şekilde anılabilir miydi diye? (Veya böyle bir süreğenlik aslında mümkün mü?) Burada da karakterler tam da  bu soruları soruyorlar. Ben keyif aldım şahsen.




" Feüji' nin, içinde bulundukları şartları çok çalışıp kendi inisiyatifleriyle iyileştirecek olan halkın yolunu tıkamadan, ülkeyi nazikçe idare edecek bir yöneticiye olan inancı, Crupa' ya iflah olmaz derecede safça görünüyordu. Savaşlarla yıpranmış Tiro devletlerinde yaşamanın insanlara öğrettiği bir şey varsa, o da, sıradan insanların, vizyon sahibi adamların yol gösterdiği güçlü yöneticiler tarafından güdülmesi ve ahıra konulması gereken hayvanlardan biraz daha iyi olduklarıydı. Güçlü devletlerin ihtiyacı olan şey, merhamet göstermeden etkili bir şekilde uygulanan katı kanunlardı."




Hikaye ya da süreç mi demeliyim bilemiyorum aslında hayat ile ilgili pek çok konuyu ele alıyor ve bunlar üzerindeki zaman zaman farklı yorumları ortaya seriyor. Kader, aşk, savaş, kadının yeri gibi. Tüm bunların ötesinde ise insan doğası ve iktidar isteği yer alıyor. Bu iktidar mücadelesinde aslında herkesin yalnız olabileceği, kardeşliklerin çıkar uğruna bozulabileceği, gücün bir insanı çok çabuk yutabileceği gibi mevzular kitap içinde derinden derinden, inceden inceden işleniyor.



Krallar'ın Merhameti' ni beğendim ben. Okurken büyük keyif aldım. Belki içindeki hikayeye olan aşinalığımın da etkisi olabilir ancak farklı bakış açılarının tatlı bir şekilde kitapta dile getirilmesi, kitabın akıcılığı, çok fazla konunun sade bir şekilde inceden inceye işlenmesi ve içerisinde kullanılan ve anlatımı zenginleştiren öğeler bana haz verdi. Film haklarının satın alındığı söyleniyor, bakalım neler olur ileride.



Serinin ikinci kitabı "The Wall of Storms"' un da Türkçeye çevrilmesini dört gözle bekleyenlerdenim ben.  Ayrıca, ileride düşüncelerim değişir mi bilemem ancak bu Silkpunk olayını tuttuğumu da söylemeliyim.



Ken Liu aynı zamanda benim henüz okuyamadığım Cixin Liu' nun Üç Cisim Problemi adlı kitabının da çevirmeni. Bu kitabı da bir an önce elime geçirmek için çaba sarf ediyorum. Beni heyecanlandıran kitaplardan bir tanesi ne zamandır.



Tekrar Krallar'ın Merhameti' ne dönecek olursak ( bırakamıyorum farkındaysanız ^^) ben şiddetle  öneririm ancak getirilerinden sorumlu olmak istemem (yani kişiden kişiye değişebilir). Okuyan ya da okumayı düşünen varsa yorumları ve düşünceleri  beklerim...




MİM - AKLIMDA DELİ SORULAR

$
0
0




Saliha beni mimlemiş. Teşekkür ediyorum :))

Mimi başlatan ise Bir Küçük Elif Meselesibloğunun sahibi Elif' miş. Onun da ellerine sağlık. ^^

Öyleyse hemen başlıyorum.


1- Almaktan asla vazgeçemeyeceğin bir şey var mı?

Normalde alış veriş yapmaya üşenen biriyim, mümkün olduğu kadar uzak duruyorum ancak zaman zaman bana bir tüketim çılgınlığı geldiği doğrudur. Bunun dışında almaktan en büyük keyif aldığım ve vazgeçemeyeceğim şey kitaplardır sanırım. Severim kitapları, satın alması da zevkli, okuması da zevkli.


 2- Büyük kocaman bir acı hissettiniz mi ?

Evet, bu soruyu sadece evet diyerek geçeceğim. Umarım bir benzerini daha uzun süre tekrar yaşamam, kimse yaşamaz.


3- Altın günlerine dair korkunç bir anın var mı ?

Altın günlerine çok maruz kalmadım ama kaldığım tek bir seferi  bile travma yaşamama yetti. Yemekler, çeşitler güzel ancak kadınların birden müzikle dansa geçme kısmını, müzik eşliğinde kendilerinden geçmesini bir kenarda nasıl hayretle izlediğimi hatırlıyorum. Yani içlerinden  hört diye başka bir karakter çıkmıştı. Aniden gelen bu değişim, çorapların, kolların sıvanması, kaşıkların şıklatılmaya çalışılması, insanlara birden gelen gayret ve enerji önce beni çok şaşırtmış sonrasında kahkahalara boğmuştu. (Yani teyzeciğin bir tanesi on dakika önce tansiyon, yorgunluk, bel ağrısı anlatıp öleceğini iddia ediyordu ancak kendisi bir anda bir ergene dönüşüverdi) . Benim (küçüğüm o zamanlar daha) kahkahalarımdan motivasyon bulup danslarına daha da asılmaları beni daha da fazla güldürmüştü. Anladım ki saklı kalmış çok cevher var ^^


  4- Özel bir yeteneğin olsa ne olmasını isterdin ?

Ay bu konuda çok kararsızım. Çok sinirli ve yoğun olduğum günlerde ellerimden ya da gözlerimden bir miktar alev ya da elektrik fırlatmak istiyorum ki karşımdaki kendime gelsin. Bunun üst versiyonu  bunu telefondan da yapabilmek.


Zaman zaman kendimi klonlayabilmek istiyorum. Şimdi bir klon kitap okuyacak, bir klon günlük işleri halledecek, bir klon alış veriş yapacak falan... Böylece süper bir iş bölümü ile her şey halledilecek.


 Hem çalışıp hem tez yazdığım dönemde bankaim olsun istiyordum. Uykusuzluk yormuştu, gün içinde fazla konuşanları bankai açarak korkutma  hayalleriyle yaşıyordum. (Uykunuzu iyi alın)

Uçabilmek de fena olmazdı hani ama önce yükseklik korkusunu halletmem gerekiyor.


5- '' Etraf ne der '' diye düşünmeden hareket edebilir misin ?

Eğer konu baskıcı kısıt koyma ise evet. Eskiden bu kadar net söyleyemezdim bunu ama yıllar ilerledikçe bu konuda daha rahatım. Kimseye yaranamıyorsunuz zaten o yüzden artık iyice çokta tınnnnn modundayım.


Eğer ne derler diye taksaydım, zamanında her şeyden bunaldığımda sırt çantamı kapıp, tek başına dünyanın bir ucuna gidip orada yaşayamazdım ya da bir anda işte  U dönüşü falan olmazdı ^^


  6- Hangi mevsimi seversin ?


Öncelikle sıcak ve güneşten pek haz etmem. İlkbahar fena değil ama ardı kış. O yüzden hoşlanmıyorum.

Sonbahar iyidir, en çok onu seviyorum. Ardından da kış geliyor, oh mis!!

Bir de benim için yıl hala eylülde başlıyor. Hep o ilkokuldaki mevsim tablosu yüzünden. Hep sonbahar en baştaydı. O yüzden ocak ile birlikte yıl değişince falan hala bozuluyorum.


  7- Blog yazmak sana ne kattı ?

Kendime ayrıca eğlenebileceğim bir alan kattı. Normal hayatta pek fazla anime, kitap ya da diziler üzerine konuşmam. Burada içimi döküyorum, saçmalıyorum, cıvıyorum, rahatlıyorum. Beğendiklerimi paylaşıyorum...


Blog yazmak sayesinde başka bloglarla tanıştım (blog okumayı seviyorum ben), gerçek hayatta  tanımasam bile seviyorum onları. Böyle yorumlar, fikirler, yazılar okumak bana keyif veriyor, öğreniyorum.

Böyle farklı bir pencere açtı bana. Ayrıca, biraz daha kısa cümleler kurmayı ve sabırla bir yazıyı bitirme disiplinini edindim.

Kısaca mutluluk kattı ^^


  8- En sevdiğin dizi , film , animasyon ve kitap hangileri ?


Hmmm dizi işi zor. Şu aralar Lucifer' den çok keyif alıyorum. Bunun dışında Battlestar Galactica' ya bayılırım.



Kore civarında son zamanlarda gözüme çarpan ve sevdiğim Missing Noir M var ancak Bad Guys'ın ikinci sezonunu da sabırsızlıkla bekliyorum. Japon dünyasından yine son zamanlar içinde sayılabilecek Nobunaga Concerto var.

Film; Star Wars hahahahahahaha. Son üçlemeyi dışarıda tutacağım ileride sanırım ancak şimdilik sesimi çıkarmıyorum.

(Hiçbir konuda "en" lerini belirleyemeyen, bu konuda zorlanan ben film konusunda çok rahatım ^^)

Güç sizinle olsun....




Animasyon dersek Ejderhanı Nasıl Eğitirsin derim sanırım.

Anime dersek, bu daha zor. Çok var ama Gintama biraz daha ön planda. One Piece' i de çok seviyorum ama. Ghibli'lerin yeri ayrı mesela... (Buradan ayrılıyoruz yoksa çoook uzun liste gelecek)



Kitap, bu cidden çok ama çok zor.  İlk aklıma gelenler; (böyle bir yol buldum)

Fiyasko- Stanislaw Lem

Ben, Robot - I. Asimov

Ecinniler - Dostoyevski

Gediksavaşları Efsanesi -  Raymond E. Feist (Bu alandan son zamanda sardığım bir seriyi seçtim yoksa seçenek o kadar bol ki düşün düşün işin içinden çıkamayacaktım.)


  9- Düşlediğin hayatı yaşayabildin mi ?

Bu sorunun cevabı nereden baktığıma göre değişir. Mesela, şu anda uzun yıllardır hayalini kurduğum kitaplı, animeli, kendime ayırabildiğim zaman olan, rahat bir hayat yaşıyorum ama fazla boşluk beni sıkmaya başladı. Daha fazla aksiyon istiyorum. Fazla aksiyona girince de neden diye sorgulamaya başlayacağım. (Yaşandı!) Seyahatlere bayılıyorum, böyle bir hayata başlayınca sonra yoruluyorum.
Mesela şimdi keşke sporcu ya da bilim insanı olsaydım diye hayıflanıyorum.... gibi. Uzay yolculuğuna asla çıkamayacağımı bilmek kalbimi kırıyor mesela.  Sonuçta sıradan bir insan oğluyum işte, istekler düşler bitmez...

Sanırım her şey olayım derken hiçbir şey olamadım. (Cyrano de Bergerac a selam olsun... )


 10- Gece yarısı uyanıp sevdiğiniz birinin nefesini dinlediniz mi ?


Normalde zaten genellikle geç yatıyorum. "Bu saatte yatmışsın, uyanma felsefeme" göre tekrar uyanmak ters düşüyor. Ne yazık ki uykum çok hafif. Evde dolaşan birine, yukarıdakinin terliklerine, rüzgarın, yağmurun sesine, dışarıdaki köpeklerin havlamalarına, evde yalnızsam sessizliğin sesine  falan uyanıyorsam onları dinliyorum. Böyle hoş bir şey dinlemek için uyanmadım.  Seslere takılmadan atlatıp uykuya dönersem ses yok. Dönemezsem ve ertesi sabah erken kalkmam gerekiyorsa sabahın ilk saatleri iğrenç bir insan oluyorum zaten.





Mimlenmeyen kalmadı sanırım, o yüzden tekrar isim yazmadım. Olur da yolu buraya düşen ve bu mimi gören olursa, mim sizindir. (Bana da haber verin ama ^^)

GOGOL- MÜFETTİŞ (Kitap) - 2017 Klasik Kitap Okuma Maratonu (1)

$
0
0



"Belediye Başkanı: Ve siz sayın Hakim, siz de mahkemenize bir çekidüzen verseniz iyi olur. Davacıların beklediği salonda, mübaşirlerinizin kaz yetiştirdiklerini biliyor muydunuz? Kaz yavruları ortalıkta dolaşıp yerleri pisletiyorlar ve insanlar kaz pisliklerinin arasından geçmeye çalışıyorlar. Yani, tabii ki kümes hayvancılığı itibarlı bir iş, buna karşı değilim; ama mahkeme de yeri değil ki canım."



Gogol, tam adıyla Nikolai Vasilyeviç Gogol,  benim Rus Edebiyatı içerisinde en sevdiğim yazarlardan bir tanesi. Gerek üslubu, gerek hicivciliği, gerek derinliği gerekse yarattığı sahneler bakımından severim kendisini. Bir süre önce  elimdeki tüm Gogol eserlerini tekrar gözden geçirme hevesine kapılmış ve başarıyla bitirmeme az kalmıştı. En sona Gogol'ün oyunu olan Müfettiş' i bırakmıştım. 2017 Klasik Kitap Okuma Maratonu listesine de bu nedenle dahil ettim.



Gogol'ün Rus Edebiyatı içindeki önemi büyük.  Dili kullanımı ile birlikte naturalizmin örneğini teşkil etmesi, çoğu zaman sıradan hatta silik sayılabilecek karakterleri eserlerinin merkezi yapması, gerçeğin içindeki çarpıklığı ortaya koyması ve öykücülüğüyle dönemini ve sonrasını hayliyle etkilemiş.  Çok klişedir ancak kendisi için "Hepimiz Gogol'ün Palto'sundan çıktık" diye bir söz vardır. Çoğu kişi bu sözün Dostoyevski' ye ait olduğunu söylerken, bir kısım sözün Gorki' ye ait olduğunu iddia eder. Başka bir kısım ise başka yazarlara atfeder. Kimin söylediğinden ziyade ortaya konan ifadenin ağırlığı çok daha önemli bence. Çünkü Gogol,  gerçekten çeşitli açılardan kendisinden sonra gelen yazarları etkilemiş, önlerini açmış. Kendisi ise Puşkin' den ilham almış ve O'nu bir akıl hocası olarak görmüş. Sağolsun  Puşkin Gogol'ü biraz itekleyerek (olumlu anlamda) O' nun önemli eserler vermesine ön ayak olmuş.


Müfettiş, Gogol'ün ilk kez 1836' da yayınlanan bir oyunu. İlk kez üniversite yıllarında kütüphaneden alarak okumuş ve hayli eğlenmiştim. Daha sonra kütüphanemde bulunması için aldığım basım Şule Yayınlarının  2011 baskısı.  Oyun yaklaşık 150 sayfa ancak oldukça akıcı olduğu için insan bir oturuşta okuyabilir.



Dönemin Rusya'sında, merkeze yakın bir taşra ilçesinde belediye başkanı, çeşitli haber kaynaklarından hükümetin ilçeye gizlice bir müfettiş göndereceğini ve habersiz denetleme yapacağını öğrenir. Bunun üzerine  ilçenin önde gelenlerini, hakim, doktor, düşkünleri koruma derneği başkanı, eğitim müdürü gibi, durumu haber vermek için çağırır. Ne yapmaları gerektiği konusunda görüşürler. Bu esnada sıradan bir devlet memuru  olan Khlestakov,  uşağı ile birlikte şehirden babasının köyüne doğru aylak bir yolculuğa çıkmışken, bu kasabaya uğrar. Bir yüzbaşıya tüm parasını kaptırmış, kaldığı hanın parasını ödeyememektedir. Başkan ve etrafındakiler Khlestakov' un, bu beklenen müfettiş olduğunu düşünürler ve olaylar gelişir.



Tahmin edileceği üzere oyun sistem içindeki "yozlamışlığı" komik bir şekilde ortaya seriyor. Yine de komedi olması demek, Gogol'ün tarzına bağlı olarak aşırı gülünçlüklere yer veren, sadece güldürmek için yazılmış bir oyun olması demek anlamına gelmiyor,  (Gogol ilk başlarda sırf güldürmek için yazmaya başladığını söylese de, oyun üzerinde 8 yıl kafa patlatmış olması çıkış noktasından daha farklı limanlara vardığının göstergelerinden bir tanesi zannımca) oyunun güldürüsü gerçekliğin içindeki gülünç öğelerden kaynaklanıyor.




Bunun yanında her ne kadar oyun evrensel bir konu olan yozlaşmışlık üzerine olsa da aslında bir sistem eleştirisi sayılmaz. Gogol'ün sisteme bakışı ayrı bir konu ve biraz daha farklı. Daha çok sistemin sonuçlarına ve içindeki zincirlere odaklı yani insan doğasına. Oyundaki karakterler, birbirlerinin yüzüne güler ancak arkadan konuşmaktan çekinge görmezler. Khlestakov' a ayrı ayrı hürmetlerini sunarken birbirlerini arkadan arkaya satıverirler. Gerçek hayattaki yerlerinden ve durumlarından farklı olarak, kendilerini hayallerinde farklı makamlarda, farklı şekillerde görürler ve fırsatını buldukları anda bunun satışından geri kalmazlar...



Oyunla ilgili bir not daha var ki  beni her zaman eğlendirmiştir. Oyunun  yazıldığı dönem Çarlık Rusya zamanı. Çar I. Nikola' nın baskıcı tutumu ve sansürleri nedeniyle böyle bir oyunu sahnelemek kolay iş değil. Yine Puşkin yardımcı oluyor, birileri daha el atıyor ve oyun belli bazı sansürlemelerden sonra sahneye konuluyor. Söylenir ki oyunun galasına Çar I. Nikola  da geliyor. Oyun esnasında gülüyor ve diyor ki - yaklaşık olarak -"Oyun pek çok konudan bahsediyordu, en çokta benden". Çar bu şekilde oyun ile defteri kapatıyor kapatmasına ama esas şiddetli tepki oyunu izleyen memur ve devlet görevlilerinden geliyor. Gelmek ne kelime yağıyor... (İlginçtir ki oyunun biletleri yine bu sınıf tarafından kapışılıyor) Tüm bu tepkiler, kopan gümbürtü zaten biraz alıngan ve hassas olan Gogol'ü yıpratıyor. Rusya' dan ayrılarak Avrupa' ya gidiyor. Hatta Gogol'ün bu durumu betimlediği, okuması eğlenceli aynı zamanda üzücü bir yazısı vardı, oyunculardan birine yazdığı mektupta mıydı, hatırlayamıyorum. Zamanında okumuştum ancak kaynağı hatırlayamadığım için yazamayacağım ancak  oyuncu arkadaşına "oyunla ilgili naparsanız yapın, ben tepkilerden sıkıldım "diyordu. Memur ve devlet görevlisi takımından gelen bu tepki sizce de ironik değil mi?



Avrupa' da geçen yıllar ve Puşkin' in itelemeleri de Ölü Canlar'ı doğuruyor. Zaman geçiyor, devirler değişiyor. Yazar ölüyor, adı kalıyor. Zamanın insanları ölüyor ama oyun kalıyor ve hala herkese hitap etme gücünü elinde tutuyor...


Kolay okunabilecek, okuyanın sıkılmayacağı, kendinden bulacakları olan, evrensel temaları olan  eğlenceli bir oyun Müfettiş.


Okumak ile birlikte eğer bulunduğunuz yerlerde  eğer fırsat ve imkanınız olursa mutlaka sahnede izleyin derim. Ne yazık ki benim Müfettiş' i sahnede izleme fırsatım şu ana kadar olmadı. Ancak iyi analiz edilmiş, dramaturjisi sağlam, rejide bayağılıktan kaçınılmış ve başarılı oyunculuk performansları olan bir yorumun tadından yenmeyeceği kanaatindeyim.



"Belediye Başkanı: Peki sizi bu kadar mutlu eden ne? Ben istesem daha büyük rüşvetler alabilirim; ama en azından dinin kurallarını uygulayan bir hristiyanım. Hiçbir pazar kiliseye gitmemezlik etmem. Ama siz... Yaratılış hakkındaki tuhaf düşüncelerinizi ortaya attığınızda insanın tüyleri diken diken oluyor.

Hakim: En azından böyle şeyleri düşünmek için yeterli zekaya sahibim.

Belediye Başkanı: Evet, bazen çok zeki olmak, hiç zeki olmamaktan daha kötüdür..."



Yuri!!! On Ice - Anime

$
0
0





2016 animelerinden 12 bölümlük Yuri On Ice'ı muhtemelen benim dışımda izlemeyen kalmamıştır. Bu yazıyı yazabildiğime göre ben de izlediğimi artık söyleyebilirim. Aylar önce  bir arkadaşım ile birlikte ilk bölümünü izlemiştik animenin. O bölümün ardından bu anime yürür  gider diye eğlendik. Dediğimiz gibi de oldu. Bu ilk bölümün ardından  tüm bölümler tamamlansın diye beklemiştim çünkü her hafta bir bölüm izlemekten hiç hoşlanmıyorum. O süreç boyunca sosyal medya kanallarından animeyi izlemiş kadar oldum. Gözlemlerim Yuri on Ice'ın seveni olduğu kadar sevmeyenin de çok olduğu, sevenlerinin - istisnaları tenzih ederim - coşku patlamaları yaşadığı gibi noktalardı. Biraz antipati yaratmadı desem yalan olur.



Doğruyu söylemek gerekirse animenin sevenlerinin aktardığından ( öpüştüler, evlendiler vs...) daha fazlasına sahip olduğunu ( eh 140 harf sınırıyla fazlasını söylemek mümkün değil buna da hak veriyorum biraz) ve çok eğlenceli ve heyecan verici olduğunu gördüm. Yuri!! On Ice'ın  çok keyifli bir anime olduğunu söylemeliyim.






Çok klişe olacaktır ama Yuri!!! On Ice'ı güzel yapan öğelerden bir tanesi öncelikle animenin buz pateni ile ilgili olması. Şahsen çok sevdiğim bir spor dalı. Zamanında ben ve benim gibi nice insan Trt' nin Trt olduğu zamanlarda özellikle Trt3' de deli gibi yarışmaları izler, zevkten zevke koşardı. O zamanlar, bu kanal pek çok spor dalından önemli organizasyon ve yarışmaları ayrım gözetmeksizin, anlatımı güzel spikerler eşliğinde yayınlardı. Artistik patinaj en fazla ilgi gören dallardan bir tanesi olabilir. Yıllarımı bu kanalın ve akabinde başka bir kanalın verdiği dünya ve avrupa şampiyonalarını, olimpiyat madalyalarını ve o muhteşem galalarını izleyerek geçirdim benim neslimden olan pek çok kişi gibi. Bizim ailede bu sporun benden ve annemden daha fazla fanatiği olanı varsa o da anneannemdir. Zamanında, benden çok önce, televizyonun yeni yeni ülkede oturmaya başladığı zamanlarda kendisi yayınların sıkı bir takipçisi olmakla birlikte anlatılanlara göre tüm mahalle anneannemlerde toplanıp, dünya şampiyonası falan izliyormuş ^^ Kendi fiili buz pateni kariyerim ayrı bir konu, yazının sonunda ona da değineceğim...








Animenin bir diğer güzel yönü, çoğu yetişkin, profesyonel sporcuları ele alması. Genelde animelerde lise çağındaki çocukları izlemekten bıkanlar için bu güzel bir rahatlık getiriyor öncelikle. Ardından  bu sporun arka mutfağını, rekabeti, verilen emeği göstermesi,  sporcuların birbirleri arasındaki ilişki ve duygusal bağları ele alması çok hoş bir boyut katıyor. Buz üstünde performansını sergileyen bir sporcunun duygularını bir diğerinin hiç konuşmadan tam olarak anlayabilmesi kadar etkileyici ve hoş bir bağ olabilir mi? Birinin temasının içtenliğini rakibinin algılayabilmesi hoş değil mi?



(Çok güldüm ama hak veriyorum ^^)




Sahne sanatlarının çoğunda olduğu gibi bu tarz eylemler içindeki kişiler de  performanslarını ya da temalarını sergilerken, bu duyguları önce kendi içlerinde bulup tanımalı ve içtenlikle bunları o esnada dışa vurabilmeli. Bu ise insanın bir şekilde kendisi ile yüzleşmesi, kendini tanıması demek. Buna ek olarak yarışma ve rekabet psikolojisi, endişe, zevk, rahatlama gibi nice duygu da işin içine girince bu insanlar oldukça uç duygular arasında gidip geliyorlar. Animenin,  belki net ve detaylı bir şekilde olmasa da, buna değinmesi animeyi etkileyici kılıyor. Animeyi izleyen herkes şunu, anlamıştır ya da hissetmiştir. Teknik açıdan bir kişi ne kadar mükemmel olursa olsun eğer onun içine duygu ( ya da bu alanda artistik başarı ya da estetik de denilebilir) katamazsa, bu duygusallığı karşı tarafa izleyene geçiremezse teknik açıdan ne derece mükemmel olursa olsun büyük başarılara ulaşamaz, puan olarak belki ulaşır ancak hatırda kalmayabilir. Aksi yönden teknik olarak ortalama olan biri, programını artistik açıdan yüksek bir performansla sergileyebilirse kalplerde taht kurar.






Animenin anlatım çizgisi oldukça güzel  tıpkı patenin altındaki ince demir çubuklar gibi. O kadar naif ve hoş bir çizgi oluşturmuşlar ki, her izleyen kendi gözünden olayları algılayarak yorumlayabilir. Bir duygunun dünya üzerindeki insan sayısı kadar tarifi ve tanımı varsa eğer animede de olaylar, duygular ya da ele alınan konular izleyen herkes tarafından kendisine göre yorumlanabilir, tanımlanabilir. Aynı zamanda bazı çizgiler, karakter arka planları kesin bir şekilde verilmeyerek izleyenin boşlukları doldurmasına zemin hazırlanmış. Bu sadece Viktor- Yuri  ilişki konusunda değil, farklı konuları da -  karakterin öz güveni, başkalarıyla ilişkileri, arka planını da - izleyenin kendi hayal gücüne bırakmış. Buna ek olarak çoğunlukla Yuuri' nin dilinden dinlediğimiz olayların aslında diğer karakterlerin gözünden farklı bir şekilde anlatılması da animeye bir zenginlik ve tat katıyor. Misal ilk bölümde Yurio' nun Yuri' ye aynı isimle iki insan olmaz gibi saçma bir gerekçe ile istifa et demesinin ardında aslında Yurio' nun, adımlarının belli bir seviyede olduğu için onu yakından tanımak istemsi ve Yuurinin ağır bir zavallı olduğunu düşünüp buna sinirlenmesi gibi....



(Hahahahaha) 


Gelelim karakterlere. İşte bu noktada animenin 12 bölüm olması elde patlıyor sanki...



Victor Nikiforov (Suwabe Junichi) için söylemek lazım ki; hem karakter hem de sporcu olarak mükemmel. Farklı bir tanım kendisine haksızlık olur. Hem başarısı çizgisini bu derece korumak, hem kendisine yön verebilmek, hem bu kadar tatlı olmak, hem bu kadar yetenekli olabilmek hem de etrafındakilere hatta rakiplerine bu derece ilham olabilmek, esin verebilmek mükemmellik gerektiriyor. Şaka maka serinin en saf, en efendi karakteri de çıktı kendisi. Animenin en etkileyici sahnelerinden biri sanırım Victor' un şampiyonada Yurio' yu izlerken hissettikleriydi. Bir çeşit çelişki belki. Buzda olmak- koç olarak kalmak...





Yuri;  ara sıra beni sinirlendirse de yine de sevdim Yuri'yi. Arkadaş bir nevi masal yaşıyor. Artık yükselemeyeceğine inandığı ve emekliliğini ilan edeceği anda dünyanın bir numarası, hayranı olduğu yegane kişi ayağına gelip "hadi, senin koçun olacağım ben" diyor. Daha ne olsun? ^^





                                        (Bir çeşit depresyon etkisi;  sarılma ihtiyacı )

Yurio, serideki tüm karakterleri sevdim ancak sanırım en çok Yurio' ya bayıldım. Bir kere çok eğlenceli bir karakter çıktı. Her ne kadar kendi egosunun içinde çalkalansa dursa da aslında etrafındakilerin en fazla farkında olan kişiymiş gibi geldi bana. Atarının giderinin, asabiyetinin altında aslında gönül insanı ama  çaktırmıyor :P Sıçramalara çıkışı zaten ayrı bir konu :))Ayrıca garibimin feci bir fan kitlesi var, onlardan kaçarak beni oldukça üldürdü ki neyse ki Otaebek kurtardı Yurio' yu. Olayın medyada hemen Kazakistan'ın şampiyonu, Rusya' nın perisini kaçırdı" diye yayılması ise ayrı bir efsane...








                                                                       
                                                                  (Sevimli yaw ^^)


Animenin tüm yan karakterleri - JJ hariç- sevilesi, hepsini çok sevdim ancak özellikle bazılarının es geçilmesi üzücü. Yarışmaya katılanlar için hadi ikinci halka diyelim ama üçüncü halkadakiler tam misyon piyonları gibi olmuş. Misal, Yuri' ye hayran Japon patenci... Tamam anlıyorum, bu ilk sezondaki misyonu, Yuri' nin anlatımındaki güvenilirliği şüpheli kılmak. Yani, Yuuri kendisini ne kadar beceriksiz, sanki yokmuşcasına anlatırsa anlatsın aslında etkilediği, esin kaynağı olduğu kişiler var, bu mini patencinin görevi ise  bu tezatı ortaya koymak ama serisini de izlemiş olmamıza rağmen tekrar görememek üzücü. Bir de Japonya' nın gelecek vadeden sporcularından bir tanesi olarak lanse ediliyor.






Efendim, hadi bir Georig' yi de anlarım ki, kendisi oldukça komik bir karakter. Biraz daha karikatürize edilmiş olmasından dolayı fazla üzerinde durulmamasına anlayış göstereyim tamam ama keşke daha fazla göz önünde olsaydı. Bu sezon O'nun için büyük bir fırsat olarak sunuluyor biz izleyenlere çünkü. Peki ya Koreli kardeş ne oluyor? Atarlı giderli bir geldi sonra gitti. Niye o zaman O'na vakit harcandı ki? Hadi İtalyan patenci de bir şekilde bir aydınlanma yaşandı ama biraz sıkıcı ve uzundu O'nun bölümleri sanki... Ya da böyle üstten geçileceğine çoğu karakter, diğerlerine biraz daha fazla detay verilseydi. Yani gözler bir Otaebek' i daha fazla görmek isterdi...



<3 p="">

Hepsini anladım da JJ nedir diye sormak istiyorum. Karakter zaten itici- artık bilinçli mi değil mi bilemeyeceğim - ama en kritik anlarda JJ' ye neden eğilmeyi tercih ettiler ki? Teknik becerisine rağmen, aslında herkesin yaşadığı-yaşayabileceği bir sorunu yaşayan JJ' in dereceye girmesi bile beni sinirlendirdi aslına bakarsanız. Fazla ve zeminsiz egonun sonu en beklenmedik anlarda bir çöküş. Yine Yuuri' nin durumuna farklı bir örnek olarak sunulmuş olabilir ancak JJ ve fan kitlesi benim için animenin  en sinir bozucu kısmı ^^ (çok  mu yerdim ne ?) Neyse, arkadaşlar kendisini bir şekilde dışlayarak beni teselli etmeyi başardılar.



Beni en çok korkutanlar ise üçüzler oldu. Yani çok sevimliler ama buz pateni nerd'ü olmaları biraz korku verici. Ebeveynleri olmak istemezdim şahsen.


Yuri!!! On  Ice'ı izlerken bayağı keyif aldım. İzlemeyen varsa bence bir göz atsın.



Ha, benim kendi buz pateni hikaye(leri)m... Çok uzayacak, başka bir yazının konusu olsun artık :)







3>

Mobile Suit Gundam Unicorn RE:0096 - Anime

$
0
0





Sonunda Mobile Suit Gundam Re:0096' yı bitirebilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Bu sevincimi hemen paylaşmak istedim. Benim için sallantılı bir yol oldu çünkü. Bunun bir OVA serisi de var, onu izlemedim. Yazacaklarım 2016 yapımı 22 bölümlük anime üzerinden olacak.



Bu olayları sevdiğim için hevesle başladım animeye, 2. bölümde hayal kırıklığı endişesi etrafımı sarmıştı. 3. bölümde biraz da şartlar gereği aramıza biraz zaman girdi. Aramıza duvarlar örülmesinden hoşnutsuz değildim zira devam etmemem gerektiğini düşünüyordum ancak hayat çelişkilerle dolu. Bir zaman sonra yine biraz şartların zorlamasıyla 4. bölümü izledim. Sonrasında müthiş anime azmim doğamın görmek istemediği bölümlerden çıkarak inatçılaşmaya başladı. Hep derim, eğer anime izlerken gösterdiğim azmi ve disiplini hayatımın başka noktalarında uygulayabilmiş olsaydım şimdiye kadar böyöööök adam olmuştum ama benim kaderimde de bu azmi animeler konusunda göstermek varmış. İşte böyle böyle sonunda 22 bölümü bitirmeyi başardım.



Mobile Suit Gundam Unicorn Re:0096, adından da anlaşabileceği üzere bu dünyanın belli bir evresinde geçiyor. Bu tarihi gidişat normal şartlarda sıralı tabii ki, bu seride "Universal Century"nin 96. yılında yaşananlar konu ediliyor. Öncesini bilenler için izlemesi daha kolay olur ancak bilmeyenler içinde seri içinde öncesinde olmuş belli bazı olaylara yapılan atıflar izleyenin fikir edinmesini sağlıyor merak etmeyin.



Konusu hakkında çok detaylı yazmayacağım ama her seride olduğu gibi burada da çarpışan, bir çeşit güç savaşı ve gücü elde tutma savaşı içine giren taraflar var. Bununla birlikte yeni bir gelecek için mücadele verenler var.



Serinin öncesinde dünya nüfusu patladığı ve dünya kaynakları artık kendi kendine yetemez duruma geldiği ve ölmenin eşiğine geldiği zamanlarda bazı insanlar (bazı dediğime bakmayın, nüfusun oldukça önemli bir bölümü) zorla uzaya gönderiliyor ve bir nevi orada kaderlerine bırakılıyor. (Detaylar ayrıntılarda, serinin içinde ve öncesinde gizli) Seri esnasında bu insanlar öfkeli.  Full Frontal' in kaptanı olan şahıs, önceki lider Char'ın yeni nesil temsilcisi ve bu uzay insanlarının sesi olduğu iddiasında.



Elimizde bir de Sleeves var. Bunlar da uzay insanı. Full Frontal ile bazı görüş ayrılıkları olsa da Char'ın emirleri altında çalışıyorlar.


Dünyayı ve uzayı himayesinde tutan Federasyon var. Meşruiyetini nasıl temellendirdiğinin hayalini size bırakıyorum. Olaylar her zaman ki gibi...

Ayrıca bir de Vist Foundation var. Bunun da iki kanadı bulunuyor.


İşte, animenin içindeki karakterler böyle bir ortamda yeni bir çağa ışık tutabilecek ama aynı zaman da geleceği de yok edebileceği söylenen, bir nevi Pandora' nın kutusu olan Laplace' s Box'ın (ne olduğunu sonra öğreneceksiniz) peşine düşüyor. Her kanadın, herkesin bir nedeni var.


Aslına bakarsınız, yaratılan dünya, olaylar, animenin ele almaya çalıştığı evrensel felsefi konular, güç istenci falan hoş ve ilgi çekici mevzular, araya mobile suit aksiyonları da girdiğinde dibimin düşmesi gerekir ancak animede bir olmamışlık, bir tuhaflık var. (En azından ben öyle hissettim)






Bana kalırsa bunun en büyük nedeni (benim için ) karakterlerle ilgili olan sorunlar.



Şimdi bakıyorum Banagher' e. Industrial 7 denilen bir kolonide lise eğitimi gören bir velet. Kaderin bir cilvesi olarak, kolonisine düşen ve ""savaşı engellemem lazım diyen Audrey ile tanışıyor, o andan itibaren Audrey'ci oluyor. Cardeas Vist' in itelemesi ile Gundam'ın pilot koltuğuna oturuyor. Tabii ki  "Gundam pilotunu kendi seçer" ilkesi  burada da geçerli. Gundam pilotu olan her çocuk gibi kaderin bir cilvesi ya da bir rastlantı olarak Gundam' a denk geliyor ancak Gundam O' nu kabul ettikten ya da Gundam'ın hakkını verdikten sonra onun pilotu oluyor. Peki Banagher ne yapıyor? Eyvallah, çok yerin dibine geçirmeyeyim, Gundam'ın pilotu oluyor, etkileşim falan iyi hoş ama anime bas bas "Savaş kötüdür", "Nedeni ne olursa olsun terör kötüdür" diye bas bas bağırırken aynı zamanda            " Kararlı olmazsan bir yere varamazsın", "Ortak bir gelecek" temalarıyla yankılanırken Banagher kardeşimiz Audrey de Audrey diyerek herkesten dayak yiyip, depresyonlara giriyor. Sonra birden bir şeyler oluyor falan, ay yazarken içim daraldı...


Lafım, Banagher' in öldürmekten kaçınması, farklı yollar araması değil. O'nun çizgisi ve karakteri bu şekilde, lafım yok (sürekli ikilemde kalması, mymıylığı baysa da). Sorun konunun Audrey' e bağlanmasında.



Audrey desen zaten tek boyut. Nasıl başladıysa öyle bitti... Hadi bunlar "newtype" yani uzaya uyum sağlamış yeni bir insan nesli. (Serinin sonunda bu çıkıyor) Peki ya Riddhe'ye ne demeli? Newtype'ların yüz karası, karakter gelişimi olmayan diğer üçüncü bir kişilik. Yani ben bu çocuğun nereden başlayıp, nereye vardığını anlamadım... Ya da kendi algı yetersizliğim için hakkını yiyorum. Benim için izlemesi en sinir bozucu olan karakterlerden bir tanesiydi.



Çok arka planda kalsalar da Nagel Agehama' nın komutanı, Noa Bright, Daguza  ve tabii ki Zinnerman Kaptan serinin en baba karakterleri. Kaptan dediğin, düzgün olacak. Ve Marida, hepsinden daha insan olabilir.



Diğer bir bozukluk noktası da bence olayların bağlanışıydı. Yani Char kardeşim, tamam bir önceki ile hiç bir şekilde alakan yok, ama naptın sen kardeşim? Madem öyleydi niye böyleydi diyeceğim, izleyenler anlasın. Olayı bir umuda, yeni bir başlangıca teslim ettin ki bu yeni bir bakış açısı açıyor ama acaba bu sahne kesilmiş mi yoksa orijinalinde de mi öyle bilemiyorum. Etkileyicilikten uzak kaldı sanki biraz?  Angelo' cuğun anime içinde fanboyluktan öte bir misyonu yok muydu?



Aksiyon sahneleri hoştu ancak ilk kez bir Gundam serisinde mobile suit aksiyonu içinde kim kimdir seçemedim zaman zaman. Bunu artık yaşlılığıma da verebilirim belki, bilemiyorum.


Şimdi bakıyorum, çok  mu yerin dibine soktum diye, bilemiyorum. Gundam dünyasını severim, hoşbeşliğim de vardır ancak çok sıkı bir tekipçisi olduğumu iddia edemem. İzleyeniniz varsa yorumlarını beklerim. Ben de Unicorn' un  7 bölümlük daha uzun olan OVA' sına döneceğim.


Haa, izledim mi? Evet. Çünkü arka plan ve arkada dönen fikirler hoş, genellikle olduğu gibi hikayenin karmaşıklığı ilgi çekici ve keyifli.


Açılış ve kapanış müziklerinden bir o kadar memnuniyetsizim. Yine de müzikler Hiroyuki Sawano' ya ait ve animenin içinde muhteşem güzellikler var...






HWARANG - Kore Dizisi: Maksat Biraz Gözler Şenlensin

$
0
0






Hwarang, 2016-2017 yapımlarından  20 bölümlük  bir Kore dizisi. Hwarang' a başlamadan önce biraz yoğun ve sıkıntılı bir dönemdeydim. Tek amacım izlerken eğleneceğim, kafamı yormayacak, tatlı ve ağır olmayan hafif bir şeyler izlemekti. Hwarang'ın ne olduğu hakkında fikrim vardı (En büyük Hwarang Alchontabii :P), belki dizi beni içine çeker, kadrosundan dolayı gözüm gönlüm açılır ve diziyi izlerken diğer düşünceleri kafamdan atarım diye Hwarang' a başladım. Sonuç mu? Evet, dizi bu konuda çok başarılı oldu.



Çoğunluk izlemiştir sanırım o nedenle konuya falan değinmeyeceğim. Açıklama  kısmına bakmamıştım pek fazla, ciddi ve tarihi bir dizi bekliyordum (ve umarım böyle değildir diyordum içimden zira kaldıramayacaktım) beklediğimden daha farklı çıktı. Dediğim gibi ilk bölüm eğlenceli ve renkli görünüyordu. Geçişler ve efektleri beğenmiştim. Dizi "çok ciddiye alınacak bir yapım değilim, izle ve keyfine bak" diye bağırıyordu. Bu sayede ikinci bölüme geçtim ve sonra devamı geldi.



Zamanında, tahtını oğluna devretmek istemeyen (kendine göre nedenleri olabilir) bir kraliçe anne Hwarang adı verilen, Silla' nın asilzade ve devlet görevlilerinin oğullarından oluşacak bir yapı kurmak istiyor. Buraya dahil edilmenin en önemli kuralı güzel olmak hahaha. Çok akıllıca, bu noktada kraliçeyi takdir ediyorum. Sözde burayı, yıllardır sakladığı bu nedenle yüzü bilinmeyen oğluna verecek ve oğlu kullanacak... İşte böylece, Hwarang kuruluyor, güzel güzel çocuklar bu kuruma dahil oluyorlar, çoğunluk izlemiştir o nedenle konuya devam etme gereği duymuyorum.



Şimdi başlayayım geyik yapmaya o zaman ama spoiler içerebilir.





Sun Woo (Park Seo Joon) dizinin ana karakterlerinden bir tanesi. Gerçekten karizmatik bir karakter olmakla birlikte dizinin çoğunluğunda sadece belli birinin değil sanki herkesin abisiymiş gibi takılması da ayrı bir hoşluk. Park Seo Joon' un performansını da beğendim ben.





A-Ro ile ilişkileri de güzel ve hoştu. Ben ki böyle şeyleri sevmem gerçi ama bu dizi için bunu es geçiyorum.







A- Ro ( Go Ara ) Çok ağlıyor görünüyor ama dizinin bir kısmında ağlıyor zaten. Kızcağızın hakkını yemeyeyim gerçi ama çok ağladı yahu!!  Neyse, bunu yanında iyi ki aman da arada kaldım ayağına yatmadı, sonuna kadar tercihi tek bir kişi oldu. Bakın bu konuda takdir etmek lazım.






Ji Dwi (Park Hyun Sik) Bu çocuğu çok üzdünüz, çok itip kaktınız ama...  :(   Neyse sonu güzel bağlandı ama alışık değil çocuk yapmayın :) Ji Dwi, güzel bir karakter olmuş.

Park Hyun Sik' in performansı bana kalırsa başarılıydı, valla etkilendim ben. Takdir ettim.








Ayrıca çocuğun yüzü güzel ama uzun siyah saçlarla bambaşka bir şey olmuş. Bu yönden de takdir ediyorum, daha genç olsam daha çok  takdir ederdim.

Dizinin güzel noktalarından bir tanesi - bilinçli olmayabilir doğal olarak - benim için Park Hyun Sik ile Park Seo Joon' un performanslarındaki tezattı. Tezat derken ikisi de iyiydi ancak karakterleri ortaya  koyma şekillerindeki farklılık çok tatlı yapmış olayı.






(Dizinin ost' u çok güzel. Aralarında seçim yapmak çok zor ama benim için ilk sırayı bu parça aldı.)






Sung Dong II  :  Bu adam dizinin en eğlenceli karakteri olabilir. Ben eğlendim şahsen. Kırıklıkla- ciddiyet arasında çok hoş geçişler yapıyor.






Pa Oh


Bu amca da dizideki en eğlenceli ve tatlı karakter olabilir. Ayrıca yirmi iki yaşında. Yanlış olmasın ^^







                                                           Soo Ho - Minho

Çok eğlenceli. Karakter Minho' nun üzerine güzel oturmuş. Ayrıca gülmek çok yakışıyor Soo Ho' ya ^^





Ban Ryu 

Dizideki esas  acıların çocuğu Ban Ryu'dur ( Do Ji Han ). Neyse ki O' nun da yüzünü güldüren biri çıktı.




Ve şu ikisi, dizinin en tatlı en şirin detayı bence. Az sahne ama çok tatlılar. Ben bayıldım.




Dizinin en gereksizi; prenses Sookmyung ( Seo Ye-Ji ). Gerçekten gereksiz, girişi anlamsız, çıkışı yok zaten.




(Ost içindeki ikincim bu )



Dizide ilk bölümlerde ortamı/atmosferi güzel kurmuşlar.  Modern tatlar katmışlar. Bir çeşit disko bile yapmışlar, daha ne yapsınlar :P Ayrıca anlıyoruz ki kopya çekmek tarihin en eski dönemlerinden günümüze gelen bir miras ancak yöntemler günümüzde biraz daha geliştirilmeli.

Dizinin ost' u çok iyi ayrıca dizideki davul sahnesi pek bir estetik.


Diziyi sevdiğim için böyle konuşuyorum yoksa dizinin çok iyi olduğu düşünülmesin. Güzel başlıyor sonra biraz sapıtıyor. Zevk almanın koşulu öyle çok mantık aramayacaksınız. Oyuncu kadrosu güzel denk gelmiş, onlar izletiyor, müzikler güzel. Yalnız sonunu  tatlı bir şekilde bağlamasalar, bu pembe masalcılıktan aniden ciddiyete ve gerçekliğe dönselerdi fena bozuşurduk. İyi ki dizi ne olduğunu anladı da böyle bir hayata düşmedi.




( Benim 3. sıramda bu yer alıyor. Park Seo Joon yorumu da güzel ama bu hali bir adım daha önde)


Dizi ile ilgili iki sorum var yalnız. Bilenler varsa cevap vermelerini rica edeceğim.


1- Dizinin sonunda Soo Ho' ya ne oldu. Son sahnelerde yoktu sanki?

2 - Minnoşu  (Han Sung- Kim Tae Hyung) niye öldürdünüz, amacınız neydi? Hiç gerekli değildi ölümü, dram falan mı katalım dediler anlamadım. Havada kalmış sanki...



İşte böyle... Sonuç olarak Hwarang iyi bir dizi olmasa bile bana istediğimi verdi. İzlerken eğlendim, zaman zaman güldüm, beynim düşüncelerden arındı. Aradığım "light" ve eğlenceli diziyi bulmuş oldum. Haa, keşke senaryo ara sıra boşluğa düşmek yerine biraz daha Hwarang evine odaklansaydı, bizim de gözümüz gönlümüz açılsaydı kötü mü olurdu :P Finali ile de üzmedi.


Şimdi benzer şekilde, kafamı oyalayacak ve beni eğlendirecek neşeli bir başka diziye ihtiyacım var. Arama mode-on.


Bonus zamanı:




Stefan Zweig - Satranç (Kitap) : 2017 Klasik Kitap Okuma Maratonu (2)

$
0
0



2017  Klasik Kitap Okuma Maratonu' nun bana katkılarından bir tanesi de Stefan Zweig ile tanışmama vesile olması oldu. Satranç hakkında olumlu yorumlara denk geliyordum, elime alıp okumam da bu maraton sayede oldu.


Zweig'ın intihar etmeden önce tamamladığı son metin olan Satranç'ı   İş Bankası Kültür Yayınları' nın basımından okudum. Kitabın sonuna kitabı çeviren Ahmet Cemal' in Stefan Zweig ve Satranç üzerine yazısı da eklenmiş.


Satranç bir nevi "novella", 70 küsür sayfa ve gerçekten söylenildiği gibi bir oturuşta okunabilecek bir eser.


Her şeyden önce çok akıcı. Kelimeler öyle güzel yan yana getirilmiş ki... Aslında acı ve derin olan konu son derece  sade bir şekilde anlatılmış. Ve bu yalınlık, bu sadelik insanın üzerinde derin bir etki bırakıyor. Çeviriden okunmama rağmen sanki metnin bir ritmi var gibi geldi bana. Özellikle Dr. B öyküsünü anlatırken bu ritim zaman zaman hızlandı ya da vurgulanmak için yavaşladı veya  bana öyle geldi.



Öykü New York'tan Buenos Aires' e giden bir gemide son yılların dünya satranç şampiyonu ve bir o kadar da ilginç bir kişilik olan Mirko Czentovic, hikayeyi aktaran kişi ve satranç konusunda engin bir birikimi olan Dr. B' nin denk gelmesiyle başlıyor ve devam ediyor.



Baskıcı bir rejimin, faşizmin insana sadece fiziksel olarak dokunmadığını, insanın ruh ve psikolojisinde fiziksel  metotlar dışında da  derin tahribatlar yarattığı güzel bir şekilde ortaya konmuş.


Dr B ve Mirko ile birlikte insan psikoloji üzerine pek çok detay bulmak mümkün. Kitabın akıcılığı sadece dilinde gelmiyor. İnsan bir meraka kapılıp bu hikayenin içinde sürüklenip gidiyor.


Benim gibi okumamış olan  ya da okumayı erteleyen varsa tavsiye ederim.


Bungou Stray Dogs (Anime): 2. Sezon

$
0
0





Bungou Strays Dogs' un 2. sezonu da ilk sezonu gibi 12 bölüm ve 2016' da tamamlanan animelerden.
İkinci Sezonun tamamlanmasını bekledikten sonra oturdum, izlemeye başladım. Karşımda bulduğum ilk sezondan daha karamsar, daha karanlık bir sezondu. Özellikle ilk dört bölüm... Bu demek değil ki anime kökten şekilde ton değiştirmiş. Espriler ve karakterler yine yerli yerindeydi. Şahsen ben ikinci sezonu daha fazla beğendim.



Bu sezon  animeye giren yeni karakterler var. Birinci sezonun sonunda The Guild ekibinin gelişi haber verilmişti zaten. Böylece şehirde, polisi ayrı tutarsak, üç farklı grup olmuş oldu. Port Mafia, Detektif Acentası ve The Guild.





Yurt dışından gelerek Yokohama'ya hakim olmak isteyen The Guild ekibinin karakterlerine bakacak olursak;

Francis Fitzgerald (Takahiro Sakurai ): Yabancı bir organizasyon olan The Guild' in lideri olan Francis Fitzgerald  şehirdeki tek güç olmayı amaçlamak ile birlikte gizli ajandasını animenin sonlarına doğru açıklıyor. Animede Fitzgerald'ın gücü The Great Gatsby (Muhteşem Gatsby).
Bungou Stray Dogs' un en önemli özelliği karakterlerinin Japon ve dünya edebiyatının önde gelen yazarlarının adlarını ve güç olarak bu yazarların eserleri ya da eserlerindeki karakterlerin isimlerini kullanması. Bunları sadece kullanmakla kalmayarak bir şekilde animedeki karakterlere de oturtuyor. Francis Fitzgerald ve diğer tüm The Guild ekibi de bu şekilde.  (Dedektifler ve Port Mafia burada)






Çoğunluğun bildiği üzere gerçek zamanda Francis Scott Fitzgerald Amerikalı bir yazar. En popüler eseri ise ölümünden daha sonra popülerlik  kazanan Muhteşem Gatsby.


Francis Scott Fitzgerald, varlıklı bir kişi değilken yazdığı bir kısım hikaye ve roman ile iyi para kazanmaya başlıyor. Animede de değinildiği üzere Zelda ile evleniyor. Zelda para harcamayı seven bir kadın ve gerçekten bir süre sonra ciddi bir şekilde ruhsal problemleri iyice su yüzüne çıkıyor ve şizofrenisi tavan yapıyor.

Fitzgerald'ın Türkçe olarak bulabileceğiniz kitaplarının bir kısmı şöyle;

Muhteşem Gatsby

Benjamin Button' un Tuhaf Hikayesi ( Bir kısmınız hatırlar belki, bu öykü  aynı zaman da sinemaya da uyarlandı. Tarihini hatırlayamıyorum ancak filmin yönetmeni David Fincher' dı ve Brad Pitt, Cate Blanchett gibi isimler yer alıyordu filmde. Aynı zamanda sinemaya gittiğim en ilginç toplulukla izlediğim film olma ünvanını elinde bulunduruyor.)

Son Düş

Güzel ve Lanetlenmiş

Animedeki Fiztgerald'ın üzerinde ve arka planında  hem yazarın hem de Muhteşem Gatsby' nin izleri görülüyor.







John Steinbeck (Kengo Kawanishi ) Animedeki  The Guild üyesi John Steinbeck, sevimli ve rahat gözüken bir çiftçi çocuğu. Zaman zaman oldukça soğuk ve acımasız da olabilen John Steinbeck' in gücünün adı Gazap Üzümleri. (Şaşırtıcı değil mi? ^^)


Animedeki karakter adını Amerikalı yazar John Steinbeck' ten alıyor.  Ödüllü ve en bilinen eserleri, edebiyat ile haşır neşir olan herkesin bildiği, Gazap Üzümleri ve Fareler ve İnsanlar. Ortaokul zamanıma kadar yazarı soyadından dolayı Alman sandığım bir gerçek. Ne bileyim, "Steinbeck" pek bir Almanvari geliyordu ki konu açıldığında bu algımı gülerek annem ve babam düzeltmişti. Yine o yaşlarda ilk kez elime aldığım kitabı Gazap Üzümleri idi. İlk günler biraz eziyet haline gelmişti kitap, bitirince rahatlamıştım. İlerleyen yıllarda tekrar okudum tabii ki. Fareler ve İnsanlar'ı, kendime teşekkürler, lise yıllarıma denk getirmeyi başarmıştım.  Bunların dışında Bitmeyen Kavga' yı da herkese tavsiye edebilirim.

Animeden fazla ayrılmamak için tüm yazarların tüm kitaplarının üzerinde tek tek durmak istemiyorum. Steinbeck' in Türkçe bulabileceğiniz diğer bazı kitapları şöyle;

İnci, Uzun Vadi, Tatlı Perşembe, Altın Kupa

John Steinbeck, küçük yaşlarından itibaren tarla ve çiftliklerde çalıştığı için işçi sınıfı içinde sayılır. Eserlerinde ağırlıklı olarak bunlara değinir. Bu nedenle Fitzgerald ile hayata bakış açılarında daha doğrusu onu yorumlayışlarında bir fark olması normal. Aynı zamanda  zıtlıkların birlikte var olup olamayacağı konusunda da bir ayrılıkları var genel anlamda.


Animede Steinbeck her ne kadar Fitzgerald için çalışsa da aslında O'ndan ve tarzından pek hoşlanmadığı animenin sonlarında açığa vuruluyor. Bunun da arka zemini (yukarıdakiler nedeniyle) mantıksal bir boyuta oturmuş oluyor (bence). Yani ben keyif aldım bu bağlantıdan.


Howard Philipps Lovecraft (Shunsuke Takeuchi) Animede Steinbeck' in ortağı, The Guild üyesi Lovecraft çoğunlukla tembel ve uyumayı düşünen bir karakter olarak görülüyor. Garip bir gücü var^^



Amerikalı bir yazar olan Lovecraft'ın ise geride bıraktığı pek çok eseri var.  Ağırlıklı şekilde korku edebiyatının önde gelenlerinden olan Lovecraft, kendisinde sonra gelen pek çok yazara ilham kaynağı olmuş  etkileyici bir yazar.


Hem gerçek hayatında annesinin akıl hastalığı ve üzerindeki etkileri hem de kendisinin aşmış hayal gücü hakkında da animede ufak bir gönderme var. Diyorlar ki karakterlerden birine ; "Sen bu zihin kontrolü gücünü Lovecraft üzerinde mi kullanıyorsun? "


Ayrıca mangada nasıl çizilmiş bilmiyorum ama animede karakterin yüzü bir şekilde biraz  H.P Lovecraft'ı anımsatacak şekilde çizilmiş.


Yazarın pek çok eseri, hikayesi var ancak Cthulhu Mitosunun yeri başka. Lovecraft'ın yarattığı kurgusal evreni ve içindeki tüm hikayeleri içeriyor. Bu dünyada Yüce Eskiler (The Great Old Ones) var ve bunlardan bir tanesi de Cthulhu.


Animede Lovecraft'ın kullandığı güç The Great Old Ones. Tüm bunlara bağlı olarak, Dazai ve Nakahara' nın dediği gibi bunun aslında bir güçten ziyade çok daha kadim ve farklı bir şey olması da bu şekilde mantıksal bir zemine oturuyor ve hoş bir saygı gösterisi olmuş bana kalırsa.



Loisa May Alcott: Animede The Guild'ın stratejisti, utangaç bir karakter. Stratejilerini, tüm olasılıkları göz önüne alarak (edindiği bilgiler kadarıyla) senaryolaştırıyor ve The Guild bunu uyguluyor.


Loisa May Alcott da Amerikalı bir yazar. Küçük Kadınları bilirsiniz, kendisinin eseri. Bunun dışında hayatı boyunca kadın hakları için çalışan biri.


Mark Twain (Yoshino Hiroyuki)  The Guild' in az görünen ancak en sempatik elemanlarından bir tanesi. Keskin nişancı olarak arz-ı endam eden Mark Twain' in gücü (ikili) bilin bakalım neler? Doğru bilmişsinizdir... Huckleberry Finn ve Tom Sawyer :))



Tom Sawyer' in Maceraları ve Huckleberry Finn' in Maceraları Amerikalı yazar Mark Twain' in en çok bilinen iki eseri. Animede hem Tom hem de Finn çok tatlı. Çocukluğumda keyifle okuduğum kitaplardı. Bu ikisinin dışında da keyifli kitapları mevcut doğal olarak.


Bu yazı gittikçe daha da uzuyor onun için The Guild ekibini şimdilik burada keseceğim. Değinmediklerim kusuruma bakmasın, olur mu ^^ Belki daha sonra , ileride bir gün...

(Şu tembellik,üşengeçlik problemim olmasa iyi insanım aslında :P)


The Guild animeye girince şehirdeki güç odağı üç tane oluyor. The Guild kendi hakimiyeti istemekte, Port Mafia bunu kabullenmez, Dedektifler de bu ikisi kapışırken etrafın zarar görmesini istemez. Port Mafia ve The Guild zaten dedektifleri istemez. Gizli bir güç daha var aslında, özel güçlere sahip polis birimi ancak onlar pek karış(a)mıyorlar. Bu üçgendeki güç mücadelesi 2. sezonu oluşturuyor. Ancak bu üçlü mücadele başlamadan önce anime, tüm bunlardan daha farklı bir öykü ile açılıyor. 2. sezonun ilk dört bölümü Dazai Osamu' nun geçmişini ve Port Mafia günlerini anlatıyor.






Port Mafia' nın en genç yaşta uzman olmayı başarmış elemanı, patronun neredeyse sağ kolu, etrafındakilerin ve adamlarının çekindiği bir karakter olarak görüyoruz Dazai Osamu' yu. İntihar isteği var olmak  ile birlikte karakterin tonu birinci sezondakinden daha farklı. Normal gevşek haline bir nebze döndüğü zamanlar bir barda yine Port Mafia elemanları olan Sakunosuke Oda ve Ango Sakaguchi ile içtiği zamanlar. Sakunosuke Oda, gücüne rağmen organizasyonun en alt tabakasında yer alan ( kendi tercihi ile) bir üye iken Ango ise organizasyonun istihbarat elemanı.



Gerçek hayatta da Dazai Osamu, Ango Sakaguchi ve Sakunosuke Oda' nın arkadaş olmaları, animedeki bu üçlüye bir anlam kazandırıyor. Bu arada animede gördüğümüz Bar Lupin yani animede bu üçünün içtiği bar gerçek bir mekanmış. Dönemin edebiyat etiketlerine uymayarak, kendilerine göre takılan ve birbirleri ile ilişki içinde olan yazarlar bunlar.


Animenin bu ilk dört bölümü her ne kadar Dazai Osamu' nun geçmişini anlatsa da parlayan yıldızı Oda Sakunosuke. Karakter zaten karizmatik ancak animeye inanılmaz bir ağırlık (olumlu anlamda) getiriyor.






İzlemeyenler için gereksiz detay vermek istemediğim için buraya kadar kuşbakışı yazdım. İlerleyen satırlar izlemeyenler için gereksiz bilgiler içerebilir.



Tarih içinde  Dazai Osamu ve Sakunosuke Oda arkadaşlar. Oda' nın ölümünde sonra Dazai' nin inanılmaz şekilde kırıldığı ve karamsarlığa düştüğü yazılıyor.


Animedeki Sakunosuke bir kiralık katilken  bir adamın kendisine verdiği öğüt ile yazar olma hayali kuruyor. Bu nedenle öldürmekten vazgeçiyor çünkü "yazar yazarak hayat verir" gibi bir şeyler söyleyen adamı kabulleniyor ve can alırsa yazarlığa hakkının kalmayacağını düşünüyor. Oldukça basit ve naif bir hayal onunki. Çok çocuksu ancak bir o kadar gerçek ve bu hayali için elini kana bulamadan para kazanmaya çalışıyor. Dazai' nin içindeki boşluğu en iyi anlayan insan olduğu da söylenebilir. Gelin görün ki işler istediği gibi gitmiyor ve sıra geliyor 2. sezonun dördüncü bölümüne...


Bu bölüm belki mükemmel değil ama 2016 animeleri içindeki en iyilerden bir tanesi. Oldukça sembolik, oldukça estetik, oldukça akıcı ve etkileyici.





Oda' nın karşısına çıkan kişi Gide  (  Miki Shinichiro). Askerleri ile birlikte Avrupa' da cefakarca savaşan ancak politikacılar tarafından bir anda satılarak vatan haini ilan edilen ve Avrupa' dan kaçmak zorunda kalan profesyonel askerler ve bunların lideri. Aradıkları şey anlamlı bir ölüm.


Pek çok kişi gibi animedeki Gide' nin Andre Gide olduğunu düşünüyorum. Adı da öyle geçiyor zaten. Andre Gide' nin buradaki gibi askeri bir geçmişi yok ancak yine de Oda vs Gide' yi anlamlı buldum.
Bir yazar ve bir kişi olarak Oda, sosyal normlara uymaktan kaçınan, toplumun dışladığı ya da topluma uymak istemeyen biri. Keza Andre Gide  de hem eserleri hem kişiliğiyle sosyal normlara kendi zamanı içinde karşı çıkmış ve uymamaya özen göstermiş biri. Aynı zamanda Andre Gide sıkı bir dini eğitim görmüş biri bu da animedeki Gide' nin İncil' den alıntılar yapmasını anlamlı kılıyor.
Ve yine bu ikisinin animede karşılaşması ve hatta aynı güce sahip olmaları insanı keyiflendiren bir detay oluyor benim için.



Ve yine bu bölüm, estetiğinin dışında sembollerle dolu. Hepsini tek tek oturup sayamam, sabrım kaldırmaz ama en bariz olanı Oda' nın tek dostu olan Dazai' ye vedasında "İçindeki boşluğu hiçbir şey dolduramaz. İyi ve kötü senin için bir şey anlam ifade etmiyor biliyorum. Bu boşluğu da ne kötülükle ne de iyilikle doldurabilirsin ancak en azından insanları kurtaran tarafta ol. Asla değişmeyeceksin ama en azından iyi tarafta olursun" (Yazamadım ama animede çok manalı duruyor) sözlerinin ardından o zamana kadar tek göz bandajlı olan Dazai' nin bandajının çözülerek çift taraflı  bir perspektife dönüşmesi..


Bu arada, Oda' yı yazarlığa yönelten ve detektiflik bürosunun kurulmasında katkısı olan, kim olduğu çok az görülen adam Souseki Natsume. İki sezonda da etrafta dolaşan kedileri de göreceksiniz. Bu da Natsume' nin Japon Edebiyatındaki öncü rolü ve ardından etkilediği yazarları  temsil etmesi bakımından sembolik bir özellik taşıyor.




Neyse, çok uzattım. Toparlamak gerekirse, 2. sezon ilk sezondan biraz daha karanlık ancak yine de içindeki eğlenceyi yitirmiyor. İkinci sezonu beğendim ben ama özellikle ilk dört bölümü.




(Animenin kapanışlarından biri. Luck Life / Watashi no namae wo yobu yo)






Mobile Suit Gundam Thunderbolt (Anime)

$
0
0




Mobile Suit Gundam Thunderbolt, 2015 yapımı aslen Yasuo Ohtagaki' nin "Universal Century" dönemini ele alan mangasından uyarlanmış 4 bölümlük bir ONA. Animedeki olaylar "UC' nin  One Year War (Bir Yıl Savaşı) döneminde Mobile Suit Gundam   ile eş zamanlı olarak gelişiyor.



Mobile Suit Gundam Thunderbolt, Bir Yıl Savaşları esnasında  Federasyon' un Moore Kardeşliği ile  ve Zeon kuvvetlerinin  Yaşayan Ölüler kuvvetlerinin uzayın özel bir bölgesinde yer alan  Thunderbolt Sektöründeki  çarpışmasına odaklanıyor. Bu özel alanın stratejik önemi büyük.  Anime bu 4 bölüm içerisinde özellikle iki karaktere odaklanıyor. Zeon Kuvvetlerinin en iyi pilotu Daryl Lorenz ve Federasyon' un en iyi pilotu Io Fleming.




Genellikle bahsedilir, Mobile Suit Gundam Unicorn RE:0096' da sıkça anılıyordu, bu Bir Yıl Savaşının kıyımı büyük. Tüm insanlığın yarısı neredeyse bu savaşta ölüyor/öldürülüyor. Ancak bunun sonunda insanlık aklını biraz topluyor ve derme çatma bir barış anlaşmasına razı oluyor.







Bu dönemin ağırlığını da taşıması bakımından Mobile Suit Gundam Thunderbolt' un tonu karanlık ve ağır diyebilirim ancak bu Bir Yıl Savaşı' nın kanını ve çılgınlığını çok nokta atışlarla, ajitasyon yapmadan sakince vurguluyor. Bu savaş öyle can almış ki...  Federasyonun cepheye çocukları, Zeon' un ise savaşlarda uzvunu kaybetmiş asker ve insanları, bir şekilde, tekrar cepheye sürmesi savaşın ne kadar  acımasız ve büyük kayıplara sebep olduğunu gösteriyor.



Yine bu savaşta o kadar çok insan ölüyor ki, Federasyon tarafında yer alan Claudia önündeki tüm rütbeliler öldüğü için genç yaşına rağmen ana geminin kaptanlığına terfi etmiş, o kadar çok ölüm emri veriyor ki sinirleri bunu kaldırmıyor, ilaç almaya başlıyor. En son federasyon mobile suit savaşçıları olarak çocukları gemiye savaşmaya gönderdiğinde, operasyonda yem olarak kullanılacaklar ve ölecekler, bu ölüm emrini vermemek için yüksek dozda ilaç alarak intiharı deniyor. Zeon tarafında doktor Karla, yeteneklerini cephede konuştursun diye hapse atılan babası ile tehdit ediliyor. Askerlerin üzerinde yaptığı her deney, kaybedilen her yaşam ruhunda derin tahribatlar yaratıyor.




Savaş anlamsızlaşıyor bir süre sonra her iki taraf için  ancak bir çıkışı yok. Karakterler bunu bilmenin de melankolisi ile günlerine devam etmeye çalışıyorlar.




Savaşın yarattığı tahribatları, özel anlamda bir asker üzerindeki direkt etkisini  anlatan en güzel sahnelerden bir tanesi bana kalırsa bu animenin içinde yer alıyor. Darly' in kaybettiği her uzvu ile birlikte geçmişin güzel ve insan gibi günlerinden kalma bir anısının da yok olduğu gerçeği çok estetik ve anlamlı bir biçimde sergileniyor.






Durumlar böyle iken her iki tarafın da güvendiği bir pilot var. Federasyon cephesinden Io Fleming (Nakamura Yuuchi) federasyonun kendisine gönderdiği Gundam'ın da sahibi oluyor. Müzik sever bir bünye olarak tercihi cazdan yana. Müzik tercihine benzer şekilde enerjik, atik, ön görülemez, kendi burnunun dikine giden bir karakter.  Öte taraftan Zeon tarafı ise Darly' e güveniyor. Nazik, sakin ve hesaplayıcı bir karakter olan Darly'nin  (Ryohei Kimura ) müzik tercihi ise biraz daha retro, slow pop tarzında. İkisi kader tarafından karşı karşıya konmuş iki pilot. Birisi savaş içinde yaşam kazanarak travmalarını yendiğini düşünerek yaşam enerjisi bulurken diğeri kaybettiklerini mobile suiti ile kazanmaya çalışıyor.






Çoğu zaman olduğu gibi Thunderbolt   da tek bir tarafın haklı savaşı değil. İki tarafta birbirinden pis, birbirinden kötü. Ortaya çıkan savaş kötü. İki tarafın da haklı olduğu yanlar var, ikisinin de haksız olduğu taraflar var. Gundamları güzel yapan noktalardan bir tanesi bu zaten. Bu animede karakterle empati kuramayabilirsiniz ya da anime sizi tam anlamıyla içine almayabilir, bu bence iyi bir şey.





Tüm bunların ötesinde, animenin bu alt metinlerini ve olay örgüsünü verme biçimi son derece estetik. Çizimler çok güzel, aksiyon ve mobile suit sahneleri göze hitap ediyor. Animenin enfes bir ost' u var ve müziğin anime içindeki yeri ve önemi harika.



Ben şahsen bu 4 bölümü çok beğendim. Mobile Suit Gundam Thunderbolt' un henüz izlemdiğim bir filmi var. ONA' nın devamı bu sene içinde gelecekmiş.  Benim için güzel bir haber ^^





Zadig (Bir Şark Masalı) - Voltaire: Kitap (2017 Klasik Kitap Okuma Maratonu -3 )

$
0
0


"Kötü insanlar daima bedbahttırlar. Onlar yeryüzünün şurasına burasına serpilmiş ve sayıları son derece sınırlı adil insanları denemeye yararlar. Dünyada iyilikten doğmayacak bir kötülük yoktur."



Voltaire denince akla 18. yüzyıl Aydınlanma Çağı (kendisi Fransız Aydınlanmasının öncülerinden biri) , dolaylı olarak J.J Roussou  (duysa kızardı muhtemelen) ve o dönemin ortaya konan felsefi düşünceleri geliyor. Tüm bunlar Voltaire' in sıkıcı ve ağır felsefi eserleri olduğunu düşündürebilir belki halbuki Voltaire' in özellikle bu tarz uzun hikayeleri olabildiğince yalın, akıcı ve nükteli bir dile sahip.



Zadig, Voltaire' in 1747 yılında yazdığı uzun hikayelerinden  bir tanesi. Zadig' i yazdığı yıllar yazarın inişli çıkışlı hayatında tekrardan yükselişe geçtiği ve Versailles Sarayında tarih yazmanlığı yaptığı yıllara denk geliyor.



Benim elimde biri Öteki Yayınlarından diğeri ise Kaknüs Yayınlarından olmak üzere iki farklı basımı vardı. Yıllarca oradan oraya, göçebe bir şekilde yaşadığım için bu kitabın  ana merkez üssümde bulunduğunu unutarak okumak üzere ikinci bir kez satın aldım muhtemelen. Öteki Yayınlarının basımı  Micromegas, Cosi- Sancta, Eflatun' un Düşü adlı hikayeleri de içeriyor ( Micromegas ve diğer hikayelerini de herkese tavsiye ederim). Ben Micromegas ve diğer hikayeleri daha önce Alfa Yayınlarının basımından okumuştum.  O nedenle bu sefer Kaknüs Yayınlarınınkini okudum.



Zadig, Babil Krallığında yaşayan genç, zeki, alim,adil, bonkör ve erdemli bir insan olan Zadig' in başına gelen olayları okuyana sunuyor.  Zadig doğruluktan ayrılmamayı, iyi kalpli ve doğru bir insan olmayı kendine ilke edinmişken başına gelen talihsiz olaylar nedeniyle Babil' den sürülüyor. Mutluluğu ararken sıkıntılı zamanlar geçiren, mutluluğu  tam da bulduğunu düşünürken feci olaylara uğrayan ve Babil' in dışında hayatına yine inişli çıkışlı şekilde devam eden Zadig, bir taraftan hayatın bu çizgisini sorgular , başına gelen bu talihsizliklerin nedenini anlayamadığı için üzüntü duyarken diğer yandan yine de erdemden  ayrılmayarak  aklını ve bilgisini kullanarak doğruluk inancı üzerinde hayatına devam eder. En sonunda tüm bu talihsizliklerin sonunda Babil' e  kendisini mutlu edecek bir şekilde döner. (Fazla detay vermemeye çalışıyorum ^^)


" Zadig, zamanının en son felsefesinin aksine, bir yılın üç yüz altmış beş gün altı saat ve güneşin de evrenin merkezi olduğunu biliyordu. Zamanının alimi geçinen bazıları onun yanına gelirler, yüksekten bakar bir vaziyetle kendisinin tehlikeli fikirler taşıdığını, güneşin kendi ekseni etrafında döndüğüne ve bir yılın on iki ay olduğuna inanmanın milli menfaatlere aykırı olduğunu söylerler; Zadig ise sükünetini muhafaza eder, asla hiddet eseri göstermezdi."



Bu hikaye, aslında kader denilen olgunun insanların anlayışından daha geniş bir süreç ve varoluş olduğunu, insanın karşısına çıkan olayların ardındaki geniş resmi göremeyebileceğini, başa gelen talihsiz bir olayın aslında insan algılamasa da iyi olabileceğini anlatırken erdemin ne olduğunu okuyana sorgulatmaktan geri kalmıyor.


Tüm bu hikayenin içerisinde Voltaire Zadig' in başına gelenleri anlatırken, insan aklının ve seçimlerinin önemine vurgu yaparken, dogmatik düşünce şeklini nükteli bir şekilde yermekten de geri kalmıyor. Sonra insan  kısa  ve oldukça yalın bir hikayenin içine bu kadar derin ve önemli manalar sıkıştırılmış olmasını, aralara serpiştirilmiş eleştirilerin masalı bozmadan akmasını takdir ediyor.


"Zadig, kanunların vatandaşları korumak olduğu kadar, onlara yardım etmek için de olduğu kanaatindeydi. Kendisinin en önde gelen mahareti, herkesin karıştırmaya çalıştığı hakikatı, tam aksine ortaya ve aydınlığa çıkarmasıydı"



Bana kalırsa Zadig elinize alıp kısa bir sürede bitirebileceğiniz, okurken eğleneceğiniz, akıcılığıyla ilerleyeceğiniz, kafanızı rahatlatacak ancak siz fark etmeseniz bile beyninizin arka planda düşüncelere dalacağı bir kitap.


Sizlerin de yorumlarını beklerim.


"Istıraplar içindeyken yalnız kalmanın insan için tahammül edilmez bir şey olduğunu biliriz. Fakat kendisi gibi bahtsız bir adamla karşılaşan biri, bundan kuvvet alır"



Udon no Kuni no Kiniro Kemari: Sıcak ve Tatlı Bir Anime

$
0
0




 Udon no Kuni no Kiniro Kemari 2016 animelerinden, 12 bölüm. 12 bölüm ama insanı böyle bir gevşetiyor, rahatlatıyor, eğlendiriyor zaman zaman hüzünlendiriyor biraz da olsa... Çok tatlı, çok sıcak bir anime.





Tokyo'da web dizaynı üzerine çalışan Souta Tawara (Nakamura Yuuichi) çeşitli nedenler üzerine kendi kasabasına bir süreliğine döndüğünde artık kimsenin yaşamadığı evlerinde bir çocuk bulur. Zamanla çocukla bağları gelişir ve Tawara bir süre sonra Poco adını verdiği çocuğa bağlanarak, işi gücü bırakıp onu yetiştirmeye karar verir. 12 bölüm bu ikisi ve kasabadaki diğerleri üzerinden günlük olaylara eğiliyor.






İnsanı eğlendirirken bir yandan da içine dokunan bir anime. Poco veledi sayesinde Tawara geçmişine dönüyor, yıllardır aklına gelmeyen anıları  hatırlıyor, neden buradan kaçtığı kafasında netleşiyor. Bazı konularla yüzleşme fırsatı buldukça aslında hayatında ne istediğinin farkına varıyor. Doğal olarak keşkeler ya da pişmanlıklar beliriyor geçmişe dair ancak  bunlar Tawara'yı ezip geçeceğine aksine Poco sayesinde geleceğe dair O'na güç veren öğelere dönüşüyor. Poco ve sevimliliğinden - çocuk ne de olsa, içtenliği, samimiyeti, masumiyeti etkileyici - nasibini alana tek kişi Tawara olmuyor. Ablası Rinko, kasabadaki diğerleri, en yakın arkadaşı Nakajima' da bu ilişkilerin içine giriyor.





Yani çok tatlı, insanın içini ısıtan bir anime.  Bunun yanında inanılmaz eğlenceli. Kim lise aşkıyla yıllar sonra anne dostu olmak ister ki? Çocuğun büyüdüğünü görünce duygulanan Tawara ayrıca bir tatlı. Nakajima (Sugita Tomozaku) dişleri yüzünden köpek balığına benzese ve bir nevi hödük olarak takılsa da aslında gönül insanı ve daha niceleri...








2016' nın en tatlı animelerinden. Özellikle Barakamon ya da Usagi Drop' u beğenmişseniz  Udon no Kuni tam size göre.


Chief Kim (Kore Dizisi) : Her Ofise Lazım...

$
0
0




 2017 yapımı Kore dizilerinden Chief Kim' in yılın en iyi dizilerinden bir tanesi olabileceğini düşünüyorum. Komedi ağırlıklı dizi  karakterleri, kurgusu, eğlencesi ile insanı alıp götürüyor. Son zamanlarda güzel diziler izliyordum zaten. Gelen tavsiyelerin de bunda  etkisi  büyük o yüzden çıtam iyice yükselmiş durumdaydı. Buna rağmen Chief Kim buna yeni bir seviye getirdi diyebilirim.



Namgung Min,  Nam Sang Mi, Lee Joon-Ho, Kim Won Hae  ve daha nicesinin yer aldığı dizide elimizde bir adet Kim Seong Ryong  (Namgung Min)  var. Kırsal bir yerleşim alanında mafyavari bir organizasyonun muhasebesini tutan, bu alanda doğal ve üstün bir yeteneğe sahip, kendi halinde takılan, hayattaki tek gayesi Danimarka' ya gidip yerleşmek ve vatandaşlık almak olan biri. Bu Danimarka konusunda kim haksız olduğunu söylebilir ki? Motivasyonunu süreğen kılabilmek için Danimarka bayrağını yanından hiç ayırmayan Kim Seong Ryong' un Danimarka seçiminin nedeni ise yolsuzluk oranının en az olduğu ülkelerden bir tanesi olması.  Kendisi muhasebe ve finans teknikleri ve özelikle sayılar konusunda bir dahi olduğu için mafya patronunun bilgisi dahilinde cukkalamakta, patronun da vergi kaçırmasına yardımcı olmakta ve polis tarafından yakalanamamakta.







Günün birinde ülkenin en büyük şirketlerinden sayılan TQ Grup çeşitli nedenlerden dolayı  bir departmanı için şef ilanı verir. Kim Seong Ryong da çeşitli nedenlerden dolayı işinden ayrılmak üzerededir. İlan o derece hoş verilmiştir ki ne mezun olunan okula ne de referanslara bakılmaktadır. Tam Kim Seong Ryong' a göre. Bir şekilde işe girer bu esnada iş mülakatlarında nasıl planlı hareket edilir ve nasıl yaratıcı olunurun  cevabını bu dizide nice cevap arayana sunar kendisi.




Aynı esnada genç yaşında büyük başarılar kazanmış, genç yaşta savcılık kariyerinde yükselmiş olan Seo Yool da savcılık kariyerine nokta koyarak TQ Grupta Finans Direktörü olarak çalışmaya başlar.




Dizi çok eğlenceli. Öncelikle iş hayatının, şirket yaşamının farkında olunmayan ya da çalışanların görmezden gelmek istediği saçmalıklarını güzelce ve eğlenceli şekilde biraz da abartarak ortaya seriyor.  Özellikle TQ Grup gibi yapılardaki departmanlar arasındaki sürtüşme ve dalaşmalar, sesin çıkmazsa, elin güçlü değilse üzerine binerler gibi örnekler mevcut.  Sanki x departmanında çalışmak kişinin karakterine 100 deneyim puanı kazandırıyormuş gibi takılan tipler, son derece gereksiz giyim tarzları gibi nice örnek dizi içinde bulunabilir.  Bunun  dışında her departmanda bulunan bir adet solitaire  oynayan müdür ile birlikte bölümdeki çıkıntı karakter de dizide bulunmakta. Dizinin gerçekçiliğine katkı sağlıyor bu durum ^^ Bu çıkıntının aynı zamanda diğer departmanlara göz kırpması da bonus. (İleride bu durum değişiyor tabii)



Tüm bu komedi içerisinde aslında iş hayatı ve daha şıkırtılı bir tabirle şirket kültürü içerisinde kendisini kaybeden karakterler güzelce ortaya seriliyor. Kimisi gerçekten kaybetmiş, kimisi gerçek kimliğini içine saklamış, bu kültür ve anlayış içerisinde kendisine biçtiği rolü oynuyor, kimisi emekliliğini bekliyor falan... Çok komik ama bazen insanın içine bir dert oluşturmuyor değil.



Tüm bu iş hayatı görünümünün arkasında bir de şirketin mali durumu olayı var. Çok kötü yönetildiği için mali anlamda iyi görünmüyor (görünürde) ancak anlaşılıyor ki defter ve kayıtlarla oynanıyor. Vergi kaçakçılığından, yanlış beyanlara kadar her türlü iş dönüyor. Doğal olarak her zaman olduğu gibi birilerinin paralara yasa dışı konması  neticesinde kabağın çalışanlara patladığı da dizide  bir şekilde karşımıza çıkıveriyor. Yani patronlar son model arabalarıyla gezerken işçiler üç kuruş alacakları ya da hakları için grevlere başlıyor ve yedikleri dayakla ya da işten atılmakla çözüme doğru varmaları isteniyor gibi, misal.



Şef Kim ( Namgung Min) ve Seo Yul (Lee Joon-Ho), her ikisi de finans ve muhasebe alanında zekaca yüksek seviyede bulunduklarından sık sık karşı karşıya geliyorlar. Dizideki tüm oyuncular çok doğal ve çok başarılı. Dizinin akışkanlığını bu performanslar sağlıyor ancak Namgung Min ve Lee Joon-ho diziyi alıp götürüyorlar. Ayrı ayrı performansları iyi olmak ile birlikte çok tatlı bir eşleşme olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim.



Görünürde farklı taraflardaki iki rakip, alanlarında becerikli ve yetenekliler, kocaman adamlar ama aslında ikisi de oldukça  çocuk. Özellikle karşılıklı çocuklaştıkları sahneler tadından yenilmez oluyor.





Kim Sung Ryon - Chief Kim


Hakkını yemeyelim Namgung Min harika. Şimdi Kim Seong Ryun kağıt üzerinde eğlenceli bir karakter ancak Namgung Min' in performansı - bana kalırsa- muazzam ve karaktere çok değer katıyor.


Chief Kim yani Kim Sung Ryon, her şirkette her departmanda olması gereken, olması dilenen bir kişi. Bir kere çok eğlenceli. Öyle genel kuralları falan da fazla salladığı yok ancak bunu sinirlendirmek istemedikleri dışındakileri rahatsız etmeyecek şekilde uyguluyor. Kafa  ve çene çok çalışıyor, takdir etmek lazım. Garibim, işe başladıktan sonra epey bir olayla karşılaşıyor, bazılarına kendi aranıyor ama ne eğlencesi ne de keyfi düşüyor.


TQ' nün psikopatı ünvanını boşuna almadı adam. Bir gelişim göstererek gönülleri kazandı, savaşlarını destekçileriyle kazandı, Seo Yul ile kapıştı, eğlendi falan...


Fazla bir şey yazamayacağım çünkü anlatılmaz izlenir :P





Yoon Ha- Kyung

Departmanın olgun, tecrübeli ve anlayışlı kadını. Bundan da lazım her yere bir tane. Akıllı ve adalet anlayışı yüksek zaman zaman ara bulucu bir karakter.




Seo Yool (Lee Joon - Ho)

Bu da ayrı bir manyak. Savcılıktan şirketin finans direktörlüğüne geçiyor. Arayışını ve hareketini anlamak mümkün. Göstermese de en az Chief Kim kadar deli.


Seo Yul hakkında söylemek istendiğim bir şey var; Arkadaş ne yedi.... Öyle böyle yemedi, dünyaları yedi, iştahla yedi.  Daha ilk bölümde kızarmış tavukları götürürken iştahımın kabarması bir işaretti. Yemekler, tostlar, pizzalar, ramenler... yani çok iyi yedi^^



Dizide kendisini tanımlayacak bir sürü ifade geçiyor. En çok güldüklerimden biri" kapitalizmin yarattığı canavar"dı. Bunun üzerinde tek bir sıfat var o da Chief Kim' in kullandığı obur  psikopat sıfatı.


Normal şartlar altında dizinin kötüsü olması gerekiyor ancak dizi zaten normal değil bu nedenle bu karakterden nefret edemiyorsunuz. Hatta ben zaman zaman üzüldüm Seo Yul' a, bazen acıdım.  Yoon-Ha' dan etkilendiğinde ben de onun kadar etkilendim...



Namgung Min' in peformansı harika demiştim, Joon Ho' da altta kalmamış. Böyle olunca, ikisi bir de ortak bir ritim yakalayınca keyiften keyife koşmak izleyene kalmış.





Choo Nam-Ho (Kim Wo Hae)


Departmanın müdürü olan Choo dizinin en eğlenceli karakteri olabilir Chief Kim' den sonra. O pasif duruşu, işten kaytarmaya çalışması, ek gelir sağlama hevesi, beklenmedik anlarda verdiği zekice öğütlerin yanında aslında babacan bir karakter olması ve ekibindekileri düşünmesi ve elinden geldiğince onlara destek sağlaması O'nu daha da sevimli bir karakter yapıyor. Normalde bezgin ve salaş bir halde etrafta dolaşırken ara sıra beklenmedik aksiyonlara girmesi de cabası.






Hong Ga-Eun (Jung Hye-Seong)

Dizinin şapşiklerinden bir tanesi. Çok sevimli. Diziye ilk girdiğinde endişelenmiştim dizinin gidişatını bozar mı acaba diye ama çok tatlı bir çizgide tuttular böylece diziye tat verdi. Ayrıca Savcı Han ile olan ikili sahneleri de bir o kadar eğlenceli. Fighting!




Park Myung-Suk (Dong Ha)

İşte dizinin enteresan ve eğlenceli karakterlerinden bir tanesi daha. İzleyin göreceksiniz ^^




Na Hee-Yong (Kim Jae-Hwa)


Şirketin etik departmanı müdiresi Hee-Yong' u sadece izleyin. Demek istediklerimi anlarsınız sanırım ayrıca putlaştırma ya da aşırı fanlığın kişinin üzerinde nasıl durduğuna bir örnek olarak gösterebiliriz kendisini.







Oh Gwang-Sook (Lim Hwa-Young)

Dizinin en şeker şeyi olabilir. Ben de kıvırcık saçlı halini tercih ederim yalnız. Özelikle Chief Kim ile dertleşmeleri çok eğlencelidir.



Dizide bir de avukatlar var ki evlere şenlik. Gerçekten dizinin tuzu biberi olmuşlar. İzlerken çok eğlendim bu amcaları.


Dizide o kadar çok malzeme var ki; Chief Kim' in bekleme odasında verdiği mücadele aslında şirketteki yıldırma politikası çok eğlenceli bir süreç. Şirketler tazminatsız adam atmak için bu tarz yöntemlere başvurur zaman zaman ancak bu dizide yanlış adama çattılar. Patronların yanlış yönetim politikalarını ya da şahsi çıkarlarını istihdama katkı sağlıyoruz bize torpil geçin şeklinde savunmasının da bir örneği görülebilir.



Dizi komedi ama doğal ve akıcı bir komedi. Replikler, göndermeleri, oyunculuklar bana kalırsa iyi oturmuş. Bunun dışında iki ana karakterin tüm zeka ve kapasitelerine karşı aslında birbirinde çocuk olmaları, yan yana iyice zıvanadan çıkmaları, yalakalar, iş birlikçiler, adalet arayanlar, karakter değişimleri, özellikle karakterlerin birbirlerini doğal şekilde etkilemeleri insana keyif veriyor. Evet, sonuçta bir dizi bu nedenle rastlantılar, olayların bağlanmalarının bazen tesadüfi olması gibi durumlar var ama hiiiiiç göze batmıyor ^^



Fikrimi soracak olursanız bu diziyi kaçırmayın derim. İzlerken gerçekten çok keyif aldım ve eğlendim. Üzgünüm çünkü dizi bitti, eğlencem bitti :(





Master - Kore Filmi: Küçük Hedeflerle Yetinmeyenlerin Çarpışması

$
0
0




Master 2016 yapımı içinde  Lee Byung Hun, Kang Dong Won, Kim Woo Bin, Uhm Ji Won, Oh Dal Su  gibi isimleri barındıran bir film. Filmin yönetmeni Choi Ui Seok.



Uzun zaman sonra biraz Kang Dong Won dozu almak iyi geldi tabii. Keşke daha fazla görsek kendisini ve mümkünse bu haliyle kalsa.



Kim Jae-Myung ( Kang Dong Won) emniyette genç yaşına karşı bölüm şefi olmuş, zeki ve soğukkanlı bir eleman (yakışııırrr - çizgiden çıkma durumu :P - ). Bir süredir takip ettiği çeteyi sadece çökertmek ve yakalamaktan ziyade bu sistemde onların arkasını kollayan kim varsa - savcı, politikacı vss...- hepsini ele geçirmek üzere ekibiyle birlikte çalışmakta.





Öte yanda  Başkan Jin var. Kurduğu One Network adlı şirket ile ağırlıklı fakirlerin paralarını öyle böyle değil kucak kucak toplamakta ve ekibiyle birlikte dolandırıcılığın kalitesini ve seviyesini yükseltmekte.  Çok klas oldukları için bu adamların  yaptığı bir nevi sanat, miktarlar dudak uçuklatıcı.



Kim Hae Myung çok zeki olduğu için, Başkan Jin  ve ardındakilere çökmek için yine başkan Jin' in ekibinden grubun IT'si Park Jang Goon' a  (Kim Woo Bin) sarıyor.


Arada  Park Jang Goon, olaylar iki ekip, iki kişi arasında gelişiyor.


Kurgu  aradaki ufak pürüzlere rağmen güzel, kadro iyi toplanmış ve aralarındaki kimya hoş. Film kendini izlettiriyor.


Çok muhteşem, insanı soluksuz bırakan bir yapım olmasa bile izleyenin güzel zaman geçirmesini sağlıyor, her şey yerli yerinde. Göz atmakta fayda var.

Watashi Ga Motete Dousunda (Anime): Shion Uğruna ....

$
0
0


 2016 animelerinden Watashi Ga Motete Dousunda 12 bölüm. Bir fujoshi ve   O' nun etrafındaki dört adet taş karakter üzerine kurulmuş.


Ana kahramanımız Kae Serinuma. Kendisi bir fujoshi. Prens prensine kavuşsun, prenses onları ağzından salyalar saçarak gizlice çalılıkların arasından  izlesin düşüncesini kalbinin en orta yerine kazımış. Lise öğrencisi olan Kae kardeş, şişman ama sevecen biri ta ki o kara güne kadar. Vicdansız anime yapımcıları en sevdiği karakter ve BL çiftinin olmazsa olmaz elemanı Shion' u öldürüverirler. İşte o kara günden sonraki bir hafta boyunca Kae-chan odasından, yatağından çıkmaz. Yemekten- içmekten kesilir. Bir hafta sonra ev ahalisi tarafından kendisine zorla müdahale edildiğinde görülür ki iğne ipliğe dönmüş, güzel bir kız oluvermiş.




(Kae-chan. Önce)



(Kae-chan. Sonra)




Okuldakiler kendisinin Kae olduğuna başlarda inanmakta zorluk çekseler de güzellik sen nelere kadirsin!! Okulun en taş 4 erkeği birden Kae' ye aşık oluverir. Aralarında bir rekabet başlar. Kae bir fujoshi zaten, başlarda otakuluğunu saklamaya çalışsa da içindeki otaku dayanamaz, fışkırır. Çocukların baskıları kendisini yıpratır, "Ben daha Shion' umun yasını tutuyorum, gerçek dünyaya, 3d ye alışamam" der ve gelin görün ki, güzellik sen nelere kadirsin, oğlanlar üzülürler ve tamam böyle idare edelim bir süre derler ve 5 kişi takılmaya başlarlar. Bu 5'liye ayrıca Serinuma'nın bir alt sınıfında olan, bir manga ka olabilecek kapasiteye sahip Nishinama eklenir ve O' da Serinuma' ya göz koymuştur. İşin güzelliği o ki kendisi de bir fujoshi ve otaku olduğu için  Serinuma ile bir nevi ruh ikizidirler.







Şimdi Serinuma' nın etrafı kendisi için bir nevi cennet. Gerçi bugünlere her gün kendisine verilen ekmeğe şükür ederek ulaştığını da akıldan çıkarmamak lazım. Etrafında önceden sadece arkadaşı olan ancak sonrasında kendisi için yanıp biten dört tane taş gibi eleman var. Bunlar zaman zaman bir fujoshi için delirtici olabilecek kareler sergiliyor. 



(Görüldüğü üzere Kae-chan hayatının her anında önüne çıkan karelere şükürlerini sunmayı unutmuyor)


Serinuma ve  ayrıca Nishinama var. İki fujoshi ve otaku. Erkekler bunu kabullendikten sonra ölümüne anime ve bl muhabbeti yapabilmekte. Çocuklar o derece anlayışlı ve bir nevi meleğimsiler ki, bu ikisi en sevdikleri animedeki çift üzerinden uke-seme tartışmasına tutulup küstüklerinde bunları barıştırma çabası yine bu çocuklara düşüyor.



(Bir fujoshi olarak Kae' nin işi zor. Misal bu 5'li henüz Nishinama onlara katılmadan sinemaya gidiyorlar. Zavallı Kaecik çocukları birbiriyle shiplemekten helak oluyor)




Animenin en eğlenceli noktalarından bir tanesi  okullarında oldukça popüler ve normal birer genç olan çocukların Serinuma' nın dipsiz otakuluğu karşısında verdikleri tepkiler. Zaman zaman çocukların çaresizliği insanı güldürüyor.




Anime içinde diğer animelere yapılan göndermeler de hoş, ben en çok Shingeki no Kyoujin'leri beğendim. ancak Serinuma' nın Levi'ı ikinci waifu'su ilan etmesinde hiç hoşlanmadım ^^



Anime genel anlamda eğlenceli, ara sıra iç bayıcı olabiliyor gerçi. Bunun dışında büyük bir gelişim çizgisinin olmaması 12 bölüm yeterli olmuş hissini uyandırıyor. Zaman geçirmek için güzel ve keyifli bir anime.


Hüseyin Rahmi Gürpınar - Gulyabani: Kitap (2017 Klasik Kitap Okuma Maratonu - 4)

$
0
0



Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Gulyabani'sini 2015 basımı Yason Yayınlarından okudum. Gulyabani, hurafe ve batıl inançların insanları, özellikle saf ve eğitimsiz kişileri, nasıl etkilediğini ve baskı altına aldığını ancak akıl ve bilim ile bunların aydınlatılabileceğini ele alıyor.


Kitabın başında yer alan, yazarın bir okuyucusu olan Hanımnine'den gelen mektup ile yazarın buna verdiği cevap zaten kitap hakkında çok güzel fikirler veriyor.


Genç yaşta dul kalan Muhsine' nin, annesinin bir arkadaşı tarafından İstanbul' un biraz dışında, hakkında korkunç iddiaların dolaştığı bir konağa götürülüp orada hizmetkar olarak çalışmasını, bu korkunç konaktaki korkunç yaratıklar ve aklını kaçırdığı iddia edilen konağın hanımı ve diğer iki kadın ile yaşamaya başlamasını anlatıyor. Periler, cinler, gulyabani konakta cirit atıyor. Konağın garip ve belirli kuralları var, uymayanı boğuveriyorlar.


Sonunda Muhsine' nin merakı ve dirayeti ile konakta çalışan Hasan'ın aklı ile olaylar çözülüyor.



Başlarda ürkütücü bir havası olan hikaye ilerledikçe (tahmin edilebilir olsa dahi) ilerleyen bölümlerde insan kurulan düzene ve oluşan trajikomediye  kapılıp giderken ve anlatımdaki eğlenceli dile  gülerken sonunda  bazı insanların masumların inançları üzerinden nasıl nemalandığını ve kazanç elde ettiğini görerek hüzünleniyor. Gülerken bir parça sinirleniyor.


Gulyabani' nin yanında yazarın diğer bazı hikayeleri de kitabın içinde yer alıyor.


Hüseyin Rahmi Gürpınar gerçekçi ve doğalcı bir yazar. Yazarın gözlemciliğini ve bunu aktarma dilini takdir etmemek olmaz.


Hikayeler o dönemde yazılmasına rağmen aslında hala geçerliliğini koruyor.


Bu hikayelerde yer alan, hikayenin kahramanı Adalar Vapuru' nun karşılığı bence günümüzde metrobüs. Buna rağmen toplu taşımanın her türlüsünü  kullanan herkes tıklım tıklım dolu araç bir sonraki durağa uğramadan geçtiğinde seviniyordur.  İstanbul' un ulaştırma sorunu hala yerinde saydığını düşünüyor insan kitabı okuyunca.


Gulyabani okuması keyifli bir kitap. Gözden kaçıran varsa bence bir göz atsın.


"Zeka hiç kimsenin suratında:"İşte ben buradayım " diye kendini ilan ederek haykırmaz. Bazen onun nereye saklandığı da bilinmez. Ama herkes kendisinde bulunduğu iddiasındadır. Onu belli etmeye türlü vesileler ararlar."

Gulyabani -  Savunma

Love Me, If You Dare: Çin Dizisi

$
0
0




Love Me, If You Dare   2015 yılında gösterime giren, baş rollerinde Wallece Huo, Ma  Sichun, Wang Kai, Andrew Yin, Edward Zhang'ın yer aldığı bir Çin Dizisi. Dizi aslen Çinli yazar Ding Mo' nun aynı isimli romanından uyarlama.



Dizi gerilim - polisiye tarzında ilerliyor ve tabii ki romantizm de dizide yerini buluyor. Romanı okumadığım için kitap hakkında yorum yapamayacağım ancak bu romantik sahneler biraz iç bayıyor dizide.


Wallace Huo, dizinin ana karakteri Bo Jin Yan'ı canlandırıyor. Bo Jin Yan, dahi bir kriminolog ve narsisizmin doruğunda yaşayan biri. Egosunun ve zekasının yüksekliğine tezat olarak duygusal zeka fakiri olduğu için  insanlarla pek iletişim kur (a)mayan birisi. Dizinin ilk bölümlerinde parça parça verilen geçmişine dair detaylar merak uyandırıp  pek bir şey anlaşılmazken ve  kendisini hayattaki tek dostu Fu Zi Yu ile idare ederken hayatlarına önce Bo Jin Yan'ın çevirmeni daha sonra asistanı olarak Jian Yao giriyor. Ağır polisiye vakalar bir şekilde Bo Jin Yan'ın önüne gelirken ve bunları çözerlerken arkada daha farklı olaylar dönüyor.



Wallece Huo' ya Bo Jin Yan' lik yakışmış. Oyunculuk güzel. Jian Yao zaman zaman çok can sıkıyor ve abartıya düşüyor. Dizinin katalizörü Fu Zi Yi. Gönül işlerinde bazen ufak konuşmalar önemlidir mesajını bize iletiyor ayrıca.



Fena dizi değil ancak bazı şeyler eksik bu dizide bu nedenle tam performansını yakalayamamış bence. Bir de 24 bölüm olmasaymış çok daha şeker olacakmış. Yine de bu tarz bir yapım arıyorsanız göz atmanızda fayda var. Muhtemelen bir ikinci sezon gelecek.




Ao No Exorcist: Kyoto Fujouou-hen (Anime)

$
0
0



Uzun bir aradan sonra Ao no Exorcist : Kyoto Fujouou-hen' i izlediğime memnunun. 2017' nin 12 bölümlük bu animesi - belki de zamanlama nedeniyle- bana iyi geldi, keyif verdi.


Bu seriyi genel olarak seviyorum çünkü öncelikle seslendirmeleri çok güzel. Efendim, bir Okamoto  Nobuhiko olsun, bir Kamiya Hiroshi  olsun, bir Yusa Kouji olsun ve daha nicesini dinlemek çok keyifli. Nakai Kazuya' ya zaten hastayım burada yine kulaklarımın pasını aldı hatta bir anlığına kulaklarımı  tamamen mest etti ^^


Karakterleri seviyorum, eğlenceliler.


Bu 12 bölümün en vurucu sözleri daha doğrusu alıntısı tabii ki Mephistophilesten geldi. Nietzsche' den yaptığı alıntı ile bir nevi her şeyi özetleyiverdi.

Nietzsche' nin İyinin ve Kötünün Ötesinde adlı eserinde yer alan söz şöyle; ( Kitabı raftan indirip bakmaya biraz üşendiğim için bölümdeki çevirisini ekliyorum buraya)


"Canavarlarla savaşanlar, sonunda canavar olmamaya dikkat etmelidirler. Ve bir boşluğa uzun süre bakarsan, boşluk da sana bakar."


Mephisto' nun ağzına çok yakıştı ve şık durdu bu sözler. Eğer zamanınız olursa kitabı da okuyun bence.


Bu arada Nietzsche çok sevdiğim bir yazar olmasına rağmen adını hala tek seferde yazdığımdan emin olamıyorum :( Bir de Soren  Kierkegaard var bu şekilde. Bunu hele mümkün değil yazamıyorum :(



Neyse, ve tabii  müzikler var bir de işin içinde. Ao No Exorcist' in müzikleri çok güzel bence.

Misal, Matsuri. Şu güzelliğe bakar mısınız? Gerçi, movie' nin de ost' undaydı yanlış hatırlamıyorsam. Eh, ne güzel yeri gelmişken hemen buraya ekleyelim.





Bir manga cahili olarak manganın gidişatını, durumunu bilemiyorum ama daha fazlası olsun istiyorum.

MİHAİL BULGAKOV: Ölümcül Yumurtalar - Kitap - ( 2017 Klasik Kitap Okuma Maratonu- 5)

$
0
0




Mihail Bulgakov 1891 - Kiev doğumlu bir Rus yazar. Kendisinin eserleri dönemi boyunca  yasaklandığı  ya da daha doğrusu yazar ve eserleri dışlandığı için eserleri zamanla değer kazanan yazarlardan bir tanesi. Ülkemizde de eserleri çevrilmiş ve çoğu okur kendisiyle çoktan beridir tanışmış durumda zaten. Şahsen Ölümcül Yumurtalar benim ilk Bulgakov kitabım oldu ama ne diyoruz;  Geç olsun, güç olmasın. Benim adıma devamı gelecek.



Kitap ile ilgili yorumlarıma geçmeden önce belirtmem  gereken bir nokta var ki o da kitaba istemeden de olsa biraz kötü davranmış olmam olabilir, tamamen elimde olmayan nedenlerden ötürü. Öncelikle kitabın dili çok sade, bir oturuşta okuyabileceğiniz bir öykü olarak düşünün. Ne yazık ki çok yoğun ve benim adıma beklenmedik olayların geliştiği bir sürece denk gelmesi açısından kitap benimle birlikte bir ay dolaştı durdu. Toplamda bakarsanız bir kaç saat içinde bitirmeme rağmen uzun aralıklar girdi araya. Bu nedenle hakkını verememiş olabilirim. Bazen istemeden oluyor böyle işler.



Kitap 1924 yılında yazılmasına rağmen olaylar ağırlıklı olarak 1928 yılında geçiyor. Ülkesinde  ünlü ve başarılı bir zoolog olan Profesör Persikov günün birinde kimsenin farketmediği bir kızıl ışını keşfediyor. Çeşitli deneme ve deneylerin ardından bu ışının çok sıra dışı olduğunu anlıyor,  öyle ki bu ışın belirli şartlar ve düzenekler altında organizmalara bir etki yapıyor. Bilim dilinden uzak ve kabaca onları canlandırıyor diyelim. Yani onları büyütüyor, işi çabuklaştırıyor. Persikov, Moskova' nın canlı ve ışıklar altındaki hayatından kopuk, kendisini enstitünün laboratuvarına adamış ve bilim etiğinin takipçisi bir bilim insanı olarak bunun karşısında oldukça heyecanlanmasına rağmen daha bu ışına bir ad koyamadan ya da bir netliğe ve doğru sonuçlarına ulaştıramadan (kendi adına) bu büyük ve muhteşem buluş gazeteciler aracılığıyla  yani medya ağzından yayılıyor. Bu haberler hem devlet hem de insanlar arasında bir heyecan dalgası yaratıyor her ne kadar Persikov bundan hoşnutsuz olsa da.


Bu kızıl ışının heyecanı ülke ve yurt dışına yayılmışken bir şekilde Rusya' da tavuklar üzerinde görülen bir salgın başlıyor ve sonunda ülkede hiç tavuk ve yumurta kalmıyor. Partinin gözüne girmiş ve yükselmiş bir kişi, Persikov' un ışınını ülkedeki bu sorunu çözmek için kullanmak adına devlet kademelerinin iznini alıyor her ne kadar Persikov buna karşı olsa da....


Kitaba üç açıdan yaklaşmam gerekirse öncelikle türünden bağımsız olarak kurgusu ve dili basit, akıcı, eğlenceli. Dil gerçekten son derece sade. Zaman zaman ince görüyor. İkinci kısım denilmesi belki doğrudur, belli bir ivme kazanıyor ve işin boyutları biraz ( beklenmedik değil aslında) değişiyor. Gayet derli toplu ve bu öykü ve anlatım dili keyif verici.


İkinci nokta şu. Kitabın arka kapağı da dahil, kitap ile ilgili çoğu yorumda kitabın bir sistem eleştirisi olduğundan bahsediliyor. Ben de bu fikirdeyim ancak kitap Rus tarihi ve gelişimiyle de yakından ilintili doğal olarak. Bu nedenle Rus tarihini ne kadar iyi bilirseniz, bu sistem eleştirisinin derinliğini daha net görerek keyiften keyife koşabilirsiniz. Ben şahsen kendi bilgi dağarcığım kadarıyla bazı noktaları yakaladığımı düşünüyorum. Bazen acaba mı dedim, kitabı bitirdikten sonra bazı bilgileri tazeleme ihtiyacı duydum. Gülümsemem pek kaybolmadı diyelim kitap boyunca. Bu sade öykünün ardından ince bir sistem eleştirisi çıktı. Bununla birlikte bazı kelime oyunları da ayrıca tat kattı. Mutlaka anlayamadığım ve yakalayamadığım pek çok nokta da vardır. Kitap çok sade ancak bu sadeliğin ardında derinliği var ve insanı düşünmeye ve öğrenmeye sevk ediyor.



Ha, üçüncü nokta da şu. Rus tarihini bilmiyorsanız kitap yavan mı gelecek ya da sistem eleştirisini göremeyecek misiniz? Öyle bir durum söz konusu değil. Kitap aynı zamanda evrensel bir sistem eleştirisini de kapsıyor. Bilime bakış açısı, iktidar-bilim -ilişkisi, devletin insana karşı tutumu, medya ve basın, kitlelerin tepkileri  gibi hepimiz anlayabileceği durumları anlayabilmek ve görmek için derin bir tarih bilgisine sahip olmanız gerektiğini sanmıyorum.



İş Bankası Kültür Yayınlarının basımı ve Tuğba Bolat'ın çevirisiyle okuduğum kitap 124 sayfa. Bence Ölümcül Yumurtalar' a bir şans verin. Yazarın diğer kitaplarını henüz okumadığım için diğerlerinin içindeki yeri ile ilgili bir yorum yapmam mümkün değil ancak kitap benim için bir başlangıç oldu. Şimdi gelsin diğerleri.



Viewing all 273 articles
Browse latest View live