Quantcast
Channel: Tawannanna
Viewing all 273 articles
Browse latest View live

K Müzik: Favori 10 (İlk Üç Ay) II

$
0
0



İlk bölümün ardından ilk üç ay için oluşturduğum K Müzik listemin ikinci ve  son bölümüne geçeyim hemen.

5 - M.C The Max - No Matter Where





Hoş parça.  M.C The Max' in Pathos adlı single' dan.



4 - YB - Raining Blossom





YB, diğer adıyla Yoon Do-hyun Band, iyi ve dinlenilesi bir gruptur. Parça grubun Şubat tarihli single'ından. Keyifli bana kalırsa.




3 - Park Yuchun - How Much Do You Have In Your Wallet




Park Yoochun' un  (JYJ' den dememe gerek var mı? ) Ocak tarihli mini albümünde bu parça. İyi olmuş, hoş olmuş... Böyle gider bu ama kısa keseceğim.



2 - Kim Jae Joong - Love You More





JaeJoong' un Şubat ayında albümü NO.X gelmişti. Parça oradan. İyi oluyor , bu çocuklar böyle solo çalışmalarla gelsinler.


1 - DAVICHI - This Love





Parça Descendants of The Sun'ın ost' undan. Daha önce de dediğim gibi diziyi izlemedim ama parça çok hoş bana kalırsa.  Zaten bana kaldığı için listenin ilk sırasına oturdu :)

Böylece ilk üç ay için geçerli olan bu listenin de sonu gelmiş oldu.

Mobile Suit Gundam: Iron Blooded Orphans (Kidou Senshi Gundam: Tekketsu no Orphans) Anime

$
0
0



Mobile Suit Gundam Iron Blooded Orphans 25 bölümlük, diğer Gundam serileri ile direkt bağlantısı olmayan (ama ortak noktaları olan) 2015 yılında yayınlanmaya başlayan bir anime.


Beklentim yüksek başlamıştım ancak ilk bir iki bölümde endişelenmeye başladım. Çok farklı bir senaryo ya da durum olacağını beklemesem de ilk iki bölüm bir şekilde beklentimin oldukça altında kaldı. Bu durumda Kudelia Aina Berstein'ın  (isminde hayır yok) o ilk bölümlerdeki (gerçi sonra da devam ediyor) insanı son derece rahatsız eden şovenist, altı boş ve gerçeklerden uzak vıcık vıcık idealizminin ve salakça tavırlarının da etkisi vardı muhtemelen. Ancak yanlış hatırlamıyorsam 3. bölümden sonra seri iyi bir akış yakaladı ve benim için gerisini iyi toparladı.


Bu anime diğer Gundamlardan bağımsız olsa da bir farklılık getirmiyor, esasen kurgu ve senaryo olarak benzer şekilde ilerliyor hatta aynı şablonu kullanıyor diyebilirim. Kolonileştirilmiş  gezegenler (burada ana odak noktası Mars), yüksek yaşam düzeyi ve kalitesine sahip bir kitle dışında umutsuz ve sefil hayatlar süren insanlar, beliren bir umut, fraksiyonlar arası çatışmalar arasında bu umudu güç ile taşıyamaya çalışan bir grup, ortaya çıkan Gundam ve onu kullanan çocuk pilot vesaire.....  ama yine de animenin güçlü yanları var ve insanı bağlıyor.


Ha tabii bunlar benim sevdiğim şeyler genelde, animeyi beğenmemde temel neden bu olabilir. Animeyi sevmemem için neden yok; her şeyden önce meccha, uzayda, Mars ve Dünyada yer alan mobile suit aksiyonları (uzay aksiyonları her zaman favorim), umutsuz durumlar, hafif melankoli, iyi oluşturulmuş karakter ve bağlantıları, dünya ve kolonilerini kontrol altında tutan ama sorsan uzaktan izleyen kendi amacını kaybetmiş bir askeri güç, siyasi ve politik yolsuzluk ve genel bir yozlaşmışlık, arkada dönen komplolar, birbirinden farklı ve çarpışan fraksiyonlar ve bunların ucunda hayatlarını ortaya koyan tipler, ölümler...


(Serinin açılış ve kapanış parçaları bana kalırsa çok başarılı. Animenin ilk açılış parçası MAN WITH A MISSION' dan "Raise Your Flag")






Mobile Suit Gundam Iron Blooded Orphans kolonileştirilmiş Mars'ta başlıyor. Gezegende, dünyadaki ekonomik bloklar tarafından otonom bölgeler yaratılmış. Bu Mars'taki insanların  her konuda dünyaya bağımlı olması demek  ve bu insanlar kötü şartlar altında hayatlarını devam ettiriyorlar. Bunun dışında Mars'ta doğanlar, ilerleyen bölümlerde durumun sadece Mars ile sınırlı olmadığı diğer uydu ve koloniler için de aynı olduğu görülüyor, safkan dünyalılar kadar değerli sayılmadıkları için ayrımcılığa da uğruyor.


300 yıl kadar önce yaşanan büyük savaşı bastıran Gjallarhorn  o zamanda beri dünya ve kolonilerinin askeri gücü olup güvenlikten sorumlu. Sözde her şeyi uzaktan izliyor, yürütmeye saygılı ancak uzun süreden beri gücü elinde bulunduran askeri bir yapı daha doğrusu bir güç  olarak yozluktan ölmek üzere ve pek tabii bu yapıyı pek bir soylular, pek bir asiller, adalet tutkunları oluşturuyor. O derece soylu ve eşitlikten yanalar ki safkan dünyalılar her zaman söz sahibi. O derece adalet tutkunular ki sorgulamaktan uzaklar, emirleri sorgulamadan itaatte kusur işlemiyorlar. (istisnalar hariç) O derece üstünler ki, sarsıldıkları an öfkeye tutunarak intikam peşinde koşuyorlar.


Çocuk sayılabilecek Kudelia Aina Berstein, Mars'ın asil tabakasından ancak Mars Özgürlük Hareketinin simgesi. Dünya ile ilişki halinde, amacı Mars'ın haklarını geri alabilmesi ve şartlarının iyileştirilmesi. Ortam o kadar pis ki, saf bir sembol olarak görülüyor. Dünya bloklarından bir tanesinin başbakanından "Gel evladım, seninle bir kısım meseleleri görüşelim" diye çağrı aldığında  Mars'ta bulunan CGS' nin kapısını yine idealleri doğrultusunda çalıyor - çünkü sıradan insanları falan tanıyacak - ve kendisine dünyaya kadar eşlik etmelerini istiyor.


CGS, çoğunlukla  çocuk askerlerden oluşan hatta onları bir nevi köle olarak kullanan, taşeron ordu ya da güvenlik şirketi gibi bir yapı. Çocuklar, bir operasyon geçirerek Alaya-Vijnana adı verilen bir parçayı vücutlarına taktırıyor, omuriliklerine bağlatıyorlar. Bu çalıştıkları ya da kullandıkları makinelere  bağlanmalarına  ve onlarla daha fazla uyum içinde hareket etmelerine olanak sağlıyor. Bu çocukların bazıları köle olarak buraya satılmış durumda bazıları ise para için burada bulunuyor. Kudelia buraya geldiğinde, O' nun dünyaya gitmesini istemeyen Gjallarhorn' un bir ekibi burayı basıyor. Bu esnada buradaki yetişkinler bu çocuk askerleri yem olarak kullanıp ölüme gönderirken kaçmaya çalışıyorlar. Sonucunda çocuklar oldukça kayıp veriyorlar ancak Mikazuki' nin depoda duran Gundam'ı kullanmasıyla bu baskını geri püskürtüyorlar  fakat  takdir alacaklarına geri gelen yetişkinlerden dayak yiyorlar. Bunun üzerine hazır patron kaçmışken yaşayabilmek için burayı ele geçirelim diyen bu çocuklardan biri olan Orga, diğerlerini de arkasına alarak, CGS'yi ele geçiriyor adını Tekkadan yapıyor ve Kudelia'yı dünyaya götürme işini (bu aynı zamanda Gjallarhorn ile kafa kafaya girmek demek) üzerlerine alıyor ve grubun yolculuğu başlıyor. Uzayda geçen bölümler, dünyada geçen bölümler ve son.




(Animenin açılış ve kapanış parçaları içerisindeki favorim bu kapanış parçası. Bölümlere yedirilmiş olmasının da etkisi vardır mutlaka. MISIA - Orphans no Namida)








Karakterler bana kalırsa iyi. Orga, liderlik yetenekleri kuvvetli olan biri. Amacı değer verdiği arkadaşlarına ait olabilecekleri bir yer yaratmak, bunun kurbansız olamayacağını bilmesine rağmen. Anime ilerlerken tüm yeteneğine rağmen, deneyimsizliği ve dünya hakkındaki bilgisizliği gibi nedenlerden dolayı yaşadığı sıkıntılar, liderliğin getireceği sorumlulukları bilmesine ve taşıyacağına karar vermiş olmasına rağmen geçirdiği sarsıntılar, geri adım atmamasına rağmen omuzlarına binen yükün ağırlığı gibi durumlar karaktere ve animeye boyut kazandırıyor. Orga' nın önderliğinde Tekkadan'ın kazanmaya çalıştığı durum ve verdiği mücadele kendini izlettiriyor zaten.



Mikazuki, soğuk ve sosyal becerileri fazla olmayan biri olmasına rağmen inanılmaz bir içgüdüye ve güce sahip. Orga ile çocukluk arkadaşı olmalarına rağmen aralarındaki bağın daha kuvvetli olduğu görülüyor. Mikazuki de animenin genel hatları gibi gri. Soğuk, Orga' nın koyduğu hedefin önüne çıkan her şeyi yok eden, zaman zaman çok vahşileşebilen ancak arkadaşlarını sonuna kadar koruyan biri. Çoğu zaman arkadaşlarını son anda kurtaran bir kahraman olarak görülürken kimi zaman acımasız ve soğuk kanlı bir katil olarak görülebiliyor. Bu biraz da nereden baktığınıza bağlı.
Bu ikisi dışındaki karakterler de iyi bana kalırsa.


Anime birden fazla noktayı ele alıyor ve aslında çok karanlık bir ortam sunuyor. Çocuk askerler, köleler, hatta çocuk köleler gibi. Bunun dışında Turbine ekibi ve Naze' nin haremi farklı şekilde ele alınarak  her ne kadar sıcak bir renk sağlamış olsa da arkasında acı bir durum barındıran bir gerçek olarak sunulmuş. Tüm bunların  ardında ise bunları kullanan siyasi ve politik güçler ya da simalar duruyor. Gjallarhorn' da kendi içinde farklılık gösteriyor sayılır. Büyük bir yapı olmasına bağlı olarak içinde farklı çizgide gruplar, kendince nedensellikleri olan karakterleri barındırıyor. (belki bu taraf biraz daha detaylandırılabilirmiş.)



Anime bu koyu atmosfere dayanarak -motivasyon açısından -gerçekçi. Yani şimdi bunlar eğitim almamış, çocuk askerler. Yaşamak için öldürmüşler. O nedenle  pembe hayaller peşinde koşarken (kendilerince) ya da dünya onları devrim liderini koruyan kahramanlar veya bu uğurda kanlarını akıtacak romantik devrim savunucuları  olarak görürken aslında durumun ölüm-kalım savaşları olduğunu ve geleceklerinin bunu  üzerinde yattığının bilincinde olarak dan dun dalıyorlar çarpışmalara. Hiç öyle rakibime nazik davranayım, seçkin stratejiler kasayım, teke tek düelloya gireyim tavrında değiller. Zaman zaman acımasız bir boyuta yükseliyorlar serinin ana merkezi olarak.



Animenin açılış ve kapanış dışındaki müzikleri de oldukça hoş ve animeye uyumlu.


Bunun dışında bu evrene benden daha fazla ilgisi olanlar çoktan fark etmiştir. Bu animede mobile suitler daha fazla yakın dövüş içindeler. Bence anime ve ortamına uygun olmuş. Fazla teknolojik alet edavat kullanmıyorlar. Lazerler, süper sonik mermiler falan yok. Normal sayılabilecek mermiler, çekiç, örs,kılıç falan kullanıyorlar.


Dediğim gibi yenilikçi olmamasına ve şablon bir kalıp izlemesine rağmen bana istediklerimi verdi bu anime. İyi yanları da cabası. Bu yıl 2. sezonu da geliyormuş. Hadi yine iyiyim ^^ Seviyorum ben böyle şeyleri.



(Animenin ikinci açılış parçası BLUE ENCOUNT - Survivor)





Socialphobia: Kore Filmi

$
0
0



2015 yapımı bu Kore filminin yönetmeni Hong Seok-Jae. Filmde Byun Yo-han ve Lee Joo-seung yer alıyor. Konu aslında internetle haşır neşir olan çoğumuza pek yabancı değil.


Bir askerin intiharı üzerine online yorum yapılır. Twitterda bir kullanıcının yaptığı bu yorum diğerlerine ters gelir. Bunun üzerine online linç yavaş yavaş başlar ancak kullanıcı kadın geri adım atmak yerine sözlerinin arkasında durur hatta biraz daha agresif davranır. Bunun üzerine online gençliğin çoğu oldukça gaza gelir.


Online canlı yayın yapmakta olan ve kendince takipçileri olan bir genç, yayınında kadına giydirerek, bu kadın twitter kullanıcısına uyuz olduğunu ilan eder  ve kadını  klavye başında linç etmekle meşgul kişileri toplanıp canlı yayında kadının  evine gitmeye ve kadına özür diletmeye davet eder.  Gaza gelmiş gençlikten 8 kişi bu daveti kabul eder, yayıncı ile birlikte 9 olurlar, çocuğun yayın yaptığı internet kafede buluşurlar  ve eve doğru yola çıkarlar. Bu 9 kişinin arasında  telefonunu, tabletini elinden düşürmeyen, sosyal medya ve online forumlarla içli dışlı olan Yong-Min ve Yong-Min' in  "hadi gidelim, eğleniriz" diye davet ettiği  bunlara daha uzak ve mesafeli duran Ji-Woong'da vardır. Bu ikisi polislik sınavına hazırlanmaktadır.



Bu 9 andaval yayın yapılan  cafede buluşurlar, kadının apartmanının önüne gelirler hatta orada anı fotoğrafı çektirirler. 9 kişi ev basıp, özür diletecekler!! Oldu canım gözlerim doldu... Neyse eve girdiklerinde ise kendini asmış kadınla karşılaşırlar. Olaylar bundan sonra başlar.


Polis olayın intihar olduğunu belirtip dosyayı kapatır ama bu 9 kişinin kafasında cinayet olabileceğine  dair şüpheler oluşur. (Belki de böyle düşünmek daha iyi gelir onlara) Bunu sadece kendi aralarında dile getirmekle kalmazlar hemen online olarak paylaşırlar. Takipçileri artar. İnternette kadının nasıl öldürüldüğüne  dair makaleler, yorumlar, senaryolar dönmeye başlar. Katili aramaya başlarlar. Kadının gerçek kimliği, internetteki kimliği zaten ortaya çıkmıştır. Kimlerin kuyruğuna basmış, kimlerle twitter üzerinden kapışıp, foyalarını ortaya çıkarmış bunlar birbir dökülür. Yong Min ve Ji Woong, kadının gerçek karakteri hakkında da az buçuk bilgi edinir ve olaylar döner dolaşır...


Konu dikkat çekici bir konu, evet. Hem  olayların artık nasıl işlediğini görmek hem de insanların neye kaptırıp gittiğini görmek açısından iyi bir örnek. Misal bu 9'u kafede buluşuyor, yan yana oturup chatleşiyor. Ji Woong "niye net üzerinden konuşuyoruz?" diye soruyor. "Napalım, birbirimize  kendimizi mi tanıtalım?" diye ağzının payını veriyorlar ama yan yana geldiklerinde bile yüz yüze konuşmaktan ziyade internet üzerinden sohbet eden bu 9 kişi birlikte  ev basmaya gidiyor. Hani hiç sonuç falan düşünmeden, canlı yayında ev basmaya gitmeleri de ayrı bir konu.


Bunun dışında filmde  benim kafamı karıştıran bazı noktalar olduğunu belirtemeden geçemeyeceğim. Misal, intihardan sonra bunlar sorgulanıp serbest bırakılıyor sonra katilin peşine düşüyorlar. Bu esnada kızın dairesindeki eşyaları  ailesi tarafından toplanmış. Bu 9' u elini kolunu sallayarak daireye giriyor, kapı kilitli değil. Etrafta yani apartmanda güvenlik ya da bir komşu da "Napıyorsunuz? Kimsiniz?" diye sormuyor. Yani bizim buralarda olsa dedikoduya aç  komşu teyzeler yakalarından düşmezdi. Sonra kız ölmüş ama bilgisayarı hala dairede hatta bu çocuklar kızın bilgisayarını açıp, karıştırabiliyor. İnterneti hala bağlı, kızın bilgisayarından nete bağlanıyorlar...


Filmin yönetmeni, senaryoyu oluştururken gerçek bir hikayeden yola çıktığını belirtmiş. Ağırlıklı olarak filmde ele almak istediğinin bir polisiyeden ziyade, bu online ortamın ve klavye delikanlılığının sonuçlarını göstermek olduğunu söylemiş. Şimdi adam böyle deyince yukarıdaki kafamı karıştıran noktalar  konusunda pek bir şey diyemiyorum tabi.


Byun Yo Han ve Lee Joo Seung' un performanslarını beğendim ben. Film genel anlamda gerek konusu gerek işlenişi açısında iyi. Ama anlayana tabii!!

JROCK Favori 15: İlk Üç Ay (III)

$
0
0



İkinci bölümün ardından, Ocak -Şubat - Mart aylarında yayınlanmış single ve albümlerde yer alan parçalar içerisinde en sevdiğim 15 parçayı sıraladığım listenin üçüncü ve son bölümüne hemen geçiyorum. Son ve final bölümü olması nedeniyle ilk beşim için 5. sıradan başlıyorum.



5 - Flumpool - Yoru wa Nemureru kai




2007 çıkışlı olan Flumpool oldukça popüler bir grup."Yoru wa nemureru kai"Şubat ayında single olarak yayınlandı. Parça grubun Mart tarihli albümü EGG' de de yer alıyor. 2016 animelerinden Ajin' in açılış parçası.



4  - Vistlip - Contrast





2007 çıkışlı Vistlip sevdiğim gruplardan bir tanesi. "Contrast" grubun Şubat tarihli aynı isimli single'ında yer alıyor. Bu single'ın ardından bir de mini albüm geldi, ilgilenenlere duyurulur.



3 - Far East Dizain - Inhale





Far East Dizain her ne kadar 2015 çıkışlı bir grup olsa da üyeleri aslında bir o kadar tanıdık. Her şeyden önce grupta Leda var.Galneryus ve DELUHI' nin gitaristi Leda' nın yeni grubu Far East Dizain. Grupta yine DELUHI' den tanıdığımız Sujik de yer alıyor. Bas, TweİT' ten Ryu, vokal ise CodeRebirth' den Keita. Far East Dizain'ın çalışmalarını merakla bekliyordum, hayal kırıklığına uğramadım. Mayıs ayında grubun yeni bir single'ı daha yayınlandı bu arada.



2 - WHITE ASH - Ledger





WHITE ASH, 2010 çıkışlı bir rock grubu. Bu grubu beğenerek takip ediyorum. Ledger aslen 2015 tarihli Insight/Ledger adlı single' da yer alıyor. Mart tarihli SPADE 3 adlı albümde de yer aldığı için atlamadan geçemedim çünkü bu parçayı seviyorum.


1 -  GLAY - Sora ga Aozara de Aru Tame Ni





İlk sırayı Glay' in alması benim için sürpriz değil. Parça Glay' in son single'ı G4 IV' de yer alıyor.

Gelelim bu yazının bonus parçasına.

LOCAL CONNECT - Gold




Böylece 15 parçalık liste tamamlanmış oldu. Bakalım ileride belki tekrar...




Anime: K (K Project) ve K: Return of Kings

$
0
0





K (K Project)




K ya da K Project,  insanı değişik duygulara sürükleyen animelerden biri. İnsan beğendi mi yoksa beğenmedi mi pek anlayamıyor. Bazı açılardan başarılı ama hikayeyi sunuş ve kurgu sorunları var ne yazık ki. Ha daha kişisel bakarsak beni sıkmadı. Zaten 13 bölüm. Hemen izlenebiliyor. Malzeme iyi, daha iyisini hak ediyormuş tarzı animelerden.


Kurguya ileride değineceğim ama şu tema müziği benim sinirlerimi gerdi. Animede hoşlanmadığım noktalardan bir tanesiydi benim için.


Animenin konusuna girmeyeceğim. Yaratılan alternatif dünya, atmosfer, karakterler, bahsedilen 7 kral, bunların güçlerinin dayandırıldığı noktalar iyi, hoş.


13 bölüm için çok fazla karakter var sanki. Hepsi de ayrı ayrı üzerinde durulası ama işte 13 bölümden bahsediyoruz. 7 kraldan söz ediliyor ama bazıları hiç görünmüyor. Hoş seride geçen ve bizlere görünen karakterlerin de bir kısmı arada heba olmuş hissiyatı yaşatıyor. (Renkler ve çizimler bana göre güzel)



Karakterler bakacak olursak, misal Fushimi' yi ele alalım. (seiyuusu Miyano Mamaro bu arada)
Şimdi bu eleman kırmızılardan mavilere geçmiş. Eski takım arkadaşı Misaki ile doğal olarak aralarındaki bağ nedeniyle sürekli kapışıyor. Karakterin güç istencini de anlıyorum. Fushumi- Misaki en fazla ele alınan ikili ama Fushimi' nin tam olarak ne istediği veya eyleminin nedenselliği bana kalırsa yine de havada kalıyor ya da ben anlamadım.




Suoh Mikoto: Serinin en taş, en karizmatik  karakterlerinden, orası tamam. Ayrıca eleman, tek kelimelik cevapları ve en kısa şekilde cümle kurma anlayışıyla benim rekorumu da elimden aldı. 13 bölüm boyunca adamın ağzından bir paragraflık malzeme çıkmamıştır ana karakter olmasına rağmen. Bu nedenle kendisine idolüm gözüyle bakıyorum.




Munakata: Mavi Kral. Mikoto' nun hem dostu hem iş nedeniyle düşmanı. Bunlar boş bulduklarında kapışıyor zaten. (seiiyusu Sugita Tomokazu)





Yatogami Kuroh: Serinin en sevdiğim karakteri olabilir. ( Seiyuusu Ono Daisuke bu arada ) Karizmasının yanında yemek yapıp, dikiş dikebilmesi de gözüme girme sebeplerinden. Ara ara maymuna bağlıyor ama yapacak bir şey yok.

Isano Yashiro (Seiyusu Namikawa Daisuke) Animenin ana karakteri.  Üzerine çok bir şey yazmayacağım ama oradan oraya savruluyor işte.

Neko, sevimli ama ara  sıra sinir bozucu olabiliyor.


Şu animenin kurgusu daha adam akıllı ele alınsa, hikaye gidişatı daha düzgün sunulsa , biraz daha fazla bölüme yayılsa daha iyi olurmuş.


Kısa olduğu ve fazla vakit istemediği için izlenebilir bir çalışma olmuş.


K: Return of Kings





Bana kalırsa çizim, renk falan iyi hoş ama geri kalan açısından yine vasat olmuş. Üzerinde çok bir şey yazmaya da gerek yok ama kesinlikle o tema müziğinden hiç hoşlanmıyorum.

Keşke Awashima' nın göğüslerini ve iç çamaşırını sürekli göze sokacaklarına biraz karaktere yüklenselermiş.  Bu sezonun en iş yapanı Kusanagi. Green ekibi renk getirmiş biraz.

İyi ki 13 bölüm. Bu haliyle daha fazlası olmazmış.

Rainy Day Rainy Mind: Müzik

$
0
0









Geçen hafta canım çok sıkkınken yaptım bu listeyi, öylesine... 


Liste anime müziklerinden oluşuyor. Ağırlıklı olarak enstrümantal parçalardan oluşuyor. 

Anime açılış ve kapanış parçaları bu listede yer almıyor, daha çok anime esnasında çalan parçalar, tema müzikleri gibiler yer alıyor.

Youtube üzerinden dinlenince arada sırada saçma şeyler karşınıza çıkabiliyor 8tracks' in politikası gereği ama bu konuda yapılabilecek bir şey yok ne yazık ki.

Belki dinlemek isteyen olur.



Kitap - Birim 701:Rüzgarı Dinleyenler (Mai Jia)

$
0
0



Fuyang doğumlu Mai Jia, esas ismiyle Jinag Benhu, Çin' in en popüler yazarlarından bir tanesi. Şu ana kadar yazdığı kitapların satış rakamları oldukça fazla. Mai Jia' nın Türkçeye çevrilmiş iki kitabı bulunuyor. Bunlardan ilki Deşifre Deha diğeri ise Birim 701: Rüzgarı Dinleyenler. Deşifre Deha' yı okumadım henüz, ileride belki...Gelelim Birim 701' e.


Mai Jia uzun yıllar boyunca Çin İstihbarat Servisinde çalışmış. Her iki kitabında da kriptografi önemli yer tutuyor. Birim 701, zamanın Çin İstihbarat Servisinin önemli birimlerinden bir tanesi. İçinde 3 farklı departman bulunuyor. İnsanlar burada yıllarca büyük bir gizem ve izole edilmişlik içerisinde çalışıyor sonra emekli oluyor hatta ölüyor. Zaman geliyor ve buranın personelinin dosyaları üzerindeki gizlilik kalkıyor, kimisinin hemen kimisinin daha sonra... Böylece yazar, söylediğine göre, bu insanlarla yaptığı röportajların ardından bu kitabı oluşturuyor.


Kitap aslında bu birimde çalışan dört ya da beş kişinin hikayesini anlatıyor. Olayların geçtiği dönemler 70' ler ve 80' ler hatta biraz daha önceleri olduğu için öyle yüksek teknolojili, süper maceralı hikayeler beklemeyin. Şöyle söyleyeyim daha bilgisayar bile yok o dönemlerde. Radyo sinyalleri dinleniyor, sinyal ya da şifreler çeşitli yöntemlerle kırılmaya çalışılıyor. Hikayeler ise  uçuk kaçık veya süper hikayeler değil ancak kitap yine de kendini okutuyor. Bunda kitabın dilinin önemi büyük. Çok basit ve sade bir dili var kitabın.


Martı Yayınlarından çıkan kitabın çevirmeni Derya Engin. (Bundan pek emin değilim, teyit için araştırdım biraz ama bulamadım, sanırım İngilizceden Türkçeye çevrilmiş.)


Kitabın en büyük pozitif noktası akıcı dili. Bunun dışında merak edenler için vakit geçirmek adına bir seçim olabilir.

Classroom Crisis: Anime

$
0
0


 2015  animelerinden Classroom Crisis 13 bölüm. Öylesine dan dun başladığım bu animede beni gülümseten noktalar olmadığını söylersem yalan söylemiş olurum.


Gezegenler arası seyahatin başladığı yıllarda çoktan  Mars kolonileri de kurulmuştur. Bu gezegenler arası uzay yolculuğunun babası sayılan olay ise iki lise öğrencisinin icat ettiği roket ve motoru.


Kirishina Corp - ki bu şirket bu iki liseli çocuğun köklerini attığı şirket - Mars' ta bir arazi üzerine kendi tesisini açmıştır. Mars üzerindeki bu tesiste ayrıca yetenekli bulduğu öğrencileri alıp yetiştirdiği bir sınıf açmıştır. Çocuklar burada hem eğitim alıp hem çalışırlar. Mezun olduklarında da işleri garanti işte. Görünüşe göre alan karlı veren karlı. Sera Kaito ise kendi jenerasyonunun dahisi olmakla birlikte bir  şirket çalışanı ve bu çocukların öğretmenliğini yapmakta. Bu bölümün adı da A-TEC. Bu A-TEC elemanları, bireysel ve ekip olarak çalışkan çocuklar. Amaçları yeni motor geliştirmek ve böylece mesafeleri daha aza indirirken aynı zamanda yakıttan tasarruf sağlamak ve çevre kirliliğini azaltmak vs... Kirishina' nın bunlara ayırdığı bir bütçe var. Daha sonrasında, şirketin CEO' sunun üvey kardeşi, genç yaşına rağmen iş hayatındaki başarılarıyla göz dolduran, tam bir iş adamı tavrıyla gezen ve win-win stratejisinin hararetli bir savunucusu olan Nagisa Kiryu buraya sınıfın bir öğrencisi aynı zamanda bunların patronu olarak transfer oluyor. Bu gelişmenin ardından olaylar başlıyor. Departmanın bütçesi kesiliyor," ne yapacaksanız %30'luk bütçe ile yapın" deniyor. Sonra "sizi 6 ay içinde kapatacağız, ne yapacaksanız yapın " deniyor vs...



Classroom Crisis' i dikkate değer yapan noktalardan bir tanesi, klasik senaryosunun ardında işleyen iş hayatına dair gerçekler; bu söyleyeceklerim ağırlıklı olarak özel sektör için geçerli.


Bir şirkete girer, özverili bir şekilde çalışırsınız. Hatta kimi insanlar benim hiç anlayamayacağım bir şekilde şirketi ailesi, kimliği olarak görmeye başlar. Neyse siz artık rayına oturmuş hayatınızda mutlu mesut ilerler ve şirket ile ilgili hiç bir sorun görmezken sizi bir anda kapının önüne koyabilirler ya da departmanınızı değiştirebilirler. Bunun için çok geçerli bir sebebe de gerek yoktur , mali krizleri geçtim, çoğu zaman  patron değişikliği bile bu duruma yol açabilir.





Yine geçerli sebeplere dayanabilir ya da dayanmayabilir, aniden bölümünüzün bütçesini kesebilirler. Masa başı iş yapıyorsanız, napacak adam? Bilgisayarın fişini mi çekecek elektrik gidiyor diye? Hayır, kırtasiye giderlerinden başlayacak, fotokopi makinesini şifreli kullanıma verecek, fazla floresanları  sökecek sonra çalışanları çıkarmaya başlayacak. Maksat maliyeti kısmak, Neden?  Çünkü bütçe kesildi. Bunları genelliyorum, çalışılan sektöre ve alana göre örnekler özelleştirilebilir.



Hatta abartarak, tedarikçilere yapılacak ödemeyi 1000 birimden 500 birime indirdik ama normalde 1000 birime 250 tane alıyorken şimdi 500 birime 500 tane al diyebilirler bir sabah aniden.


Yine abartarak, sizin bütçeyi kıstık ama projeyi  şu bütçe ile eksiksiz  tamamlayın da diyebilirler. . Hayal gücünüze kalmış.


Zaten çoğunlukla şirket içindeki bir departmana bütçe kısıntısı haberi geldiğinde yusuf yusuf atmosferi başlar. "Winter is coming" düşüncesi çalışanlara hakim olur. Departmana bağlı olarak değişir bu ama eğer üretimde iseniz elinizdekini tamamlayamazsanız "kara günler geliyor"un habercisidir. Daha farklı bir bölümde iseniz yeni iş arasanız iyi olur.


Burada da arkadaşlar bu yukarıdakileri yaşıyor ama bu arkadaşlar çok genç ve idealist oldukları için bu gerçeğin farkına varacak durumda değiller.


 Animede geçen bir mevzu daha var ama buna bizim ülkede pek rastlayamazsınız. Konu "Fazla Mesai". Normal şartlar altında fazla mesaiye kaldığınız kadar ek ücret alırsınız. Bu kanunla düzenlenmiştir. Yanlış hatırlamıyorsam bir ay içinde kalabileceğiniz fazla mesai saati bellidir. Bunun üzerine çıkamazsınız. Ütopya tabii!  Fazla mesai, hem de ücretsiz olanından, bizde bir adettir. Çünkü çoğunlukla işlerinizi mesai saatleri içinde bitiremezsiniz. - Bu gözler mesai saatinde yatıp fazla mesaiye kalarak fazla maaş almayı hesap eden gözler de gördü ama çok sınırlı çünkü ülkede fazla mesai ödeyen şirket sayısı çok az - Ülkemizde işverenler çalışanlarının bir nevi Superman olduğunu düşündüğünden 3 kişilik işe 1 kişi istihdam etmeyi işin şanından sayarlar çoğunlukla. Neyse, bu konuyu uzatmayalım. Animede arkadaşlar iş kolik ve hevesli olduklarından üstleri tarafından sık sık "fazla mesaiye kalamazsınız, çalışan haklarına aykırı, bizi de zor duruma düşürmeyin" diye uyarılıyorlar. Bu noktalar gözlerim  yaşarmadı değil.





Patron çıkmadan çalışan çıkmaz konusu.  Evet, bir nevi mahalle baskısı var bu konuyla ilgili ülkemizde. Arkadaşlar animede bunu kendi lehlerinde kullanıyorlar çünkü iş dışında bir sosyal hayatları yok.


Bir şekilde işten çıkarılmaya zorlanıyorsunuz ya da şartlarınız zorlaştırıldı falan... Ne yaparsınız? Sendikalar vardır onlara başvurursunuz. Ben şimdiye kadar greve gidip isteğini alan işçi görmedim gerçi. Alır gibi olup, olay soğuyunca işten çıkarılıyorlar genellikle. Burada da arkadaşlarımız sendikanın desteğine başvuruyor. Sera Kaito' nun acımasız iş hayatıyla yüzleşmesini burada görüyoruz. Alanında bir dahi olmasına rağmen, işçi - işveren arasındaki ilişkileri okuyabilmek ve anlayabilmekten ne kadar uzak, dönen stratejilere ne kadar yabancı olduğunu ve ne kadar aciz kaldığını hem kendi görüyor hem de izleyene gösteriyor.


Bunun dışında sendika - siyaset, siyaset - politika arasındaki ilişkilere de değiniliyor anime içerisinde. Bu ekip  dönen tüm bu dolapların, arkada gelişen stratejilerin ortasında olmasına rağmen, Nagisa hariç bunlara bir o kadar  uzak.


Uzatmayayım, animenin genel gidişatının ardına eklenmiş bu noktalar (öyle üzerinde çok detaylı ve ince durulmamış olsa dahi) ve bazı diğerleri  nedeniyle Classroom Crisis' i izlerken eğlendim ben. Gerçi sonunda bir aşk üçgeni yaratmasalar daha iyi olacakmış ama ortalama bir anime olmasına rağmen benim hoşuma gitti diyebilirim.



TERRA FORMARS: Anime (Birinci Sezon)

$
0
0




Terra Formars'ın animesi hakkında çoğunlukla olumsuz yorumlar görüyordum. Mangasını okumadım ama izleyeceğim diye tutturarak, biraz da çekinerek, 2014 yapımı 13 bölümlük animeye başladım. Sanırım izlediğim dönemdeki ilacım buymuş, keyifle izledim diyebilirim. Dediğim gibi mangasını okumadığım için anime ve manga arasında bir kıyaslama yapabilmem mümkün değil. Olumsuz yorumları anlayabiliyorum çünkü 13 bölüm içerisinde arkada dönen olaylara dahi pek bir bilgi ortaya çıkmıyor sadece bir komplonun döndüğü anlaşılıyor. Rahat olduğum nokta ben ilk sezonu bitirirken elimde 2. sezonun 10 bölümünün  bulunmasıydı.


21. yüzyılda insanoğlu Mars' a el atmaya karar verir. Mars' a yerleşimi başlatabilmek için atmosfer ve doğasını dünyaya benzetme kararı alırlar ve en uygun bütçeli programı seçerler. Böylece insanlık Mars' a alg ve hamamböceği gönderir. Bu iki tür Mars'ın yaşanabilecek bir yer olmasını sağlayacaktır. İşte Mars' a hamamböceği gönderen bu kafa, insanoğlunun dehasına ve karakterine bir örnek teşkil eder bana kalırsa ya neyse...



26. yy' a gelindiğinde insanlık der ki; "Haydi, ektiğimiz meyveleri toplayalım" ve 6 kişilik bir ekibi Mars' a gönderir. O da ne! Hamamböcekleri mutasyona uğramış, insan boyuna gelmiştir. Bu 6 kişi ölmeden önce dünyaya bir mesaj iletmeyi başarır. Bunun üzerine U-NASA, elemanları üzerinde deneyler uygulayarak onları kontrollü mutasyona uğrayacak şekilde hazırlar ve yeni bir ekibi tekrar Mars' a gönderir. Amaç Mars'ı bu yeni beladan yani mutasyona uğramış hamamböceklerinden temizleyerek gezegenin kontrolünü ele geçirmek ve dünyada yayılan bir virüsü engelleyebilmek için örnek toplamaktır.



Eh, hamamböceğinden bahsediyoruz. Bir de mutasyona uğramış olanından. Elde böcek ilacı, çamaşır suyu, terlik ile üzerilerine saldırmaya benzemiyor ki normal bir hamamböceği üzerinde bile bu atakların başarı oranı yüksek değil. Bu lanet canlı türü hayatta kalmak konusunda çok başarılı. Bir de insan boyutunda oldukları düşünülünce iş değişiyor. Bu ekip içlerinden bir kaç kişi hariç yine telef olarak hayat veda ediyor.



İnsanlık yılmıyor. Annex 1 adı verilen uluslararası bir proje ile 100 adet, güçlendirilmiş insanı tekrar Mars' a yolluyor. Animede bu ekibi izliyoruz. Bu ekip, daha da güçlenmiş ve ne yazık ki zeki hamamböcekleriyle karşılaşıyor. Bu noktada kendilerine şans dilemekten başka çaresi kalmıyor insanın.




Anime, hamamböcekleri ile ilgili pek çok sözün hafızanızda tekrarlanmasına izin veriyor. Örneğin; birini öldürürsen yerine 30 tanesi gelir gibi. Anime yüzünüze sadece hamamböceği gerçeğini çarpmakla kalmıyor ayrıca böcek aleminde sizleri bir yolculuğa çıkarıyor.



Bu hamamböceği geyiğinin  dışında, animenin atmosferi karanlık sayılır. Öyle neşeli, cici bici bir şey beklemeyin. Kan, fırlamış beyin ve organlar her yerde. Sansürlü olanını da izleyebilirsiniz. 13 bölüm içinde, inişte birbirinden ayrılmak zorunda kalan ekiplerin hayatta kalma mücadelesini izliyoruz. Arkada bir numaralar, ihanetler, siyasi komplolar dönüyor ancak sadece hissettiriliyor çünkü 13 bölüm içinde daha çok kim kimin kafasını patlatacak, kimin kolu bacağı kopacak, her şey iyi giderken kim parçalara ayrılacak gibi noktalara değiniliyor. Ha, benim son derece hoşuma gitti ne yalan söyleyeyim, kafamı yormadım. Kötü gidişata kendimi hazırlamıştım.



Bazı karakterleri de sevdim, bazılarına sempati duymadım desem yalan olur ama Joseph olayı kalbimi kırdı bak şimdi. İlk bölümde yarattığı eğlence Ve muzipliğiyle güzel  giriş yapan Joseph kardeşi ancak son bölümde tekrar görebilmenin ve hangi yamaçlarda dolaştığını bilememenin üzüntüsünü yaşadım.





Adolf' a çok yüklendiler, yüklendikçe yüklendiler mesela, üzdüler.



Rus amca, Michelle, Kaptan, Akari, Marcos ile Alex ve diğerleri ile hoş vakit geçirdim.



Neyse daha fazla saçmalamayayım ama Terra Formars, sanırım izlediğim dönemde tam da ihtiyacım olan animeymiş.


Bu arada animenin açılış ve kapanış parçaları  TERRASPEX' den " Amazing Break" ve "Lightning" , çok hoş bence.


Kim kimi böcek olarak görüyor acaba, hahahaha.....

The Monkey King: Bir Masal Bir Film

$
0
0





2014 yapımı bu Çin filminin yönetmeni Cheang Pou-soi. O zamanlar izlemek için sabırsızlanıyordum, bir kenara ayırmıştım ancak sonrasında unutmuşum filmi. Geçenlerde tekrar görünce artık zamanı dedim ve başladım izlemeye. Bu arada başlığı bu şekilde attığıma bakmayın, çoğu kişi bu filmi beğenmeyecek ve harcadığı zamana üzülecektir.



Film benim delisi olduğum roman ve efsane Batıya Yolculuk' u ele alıyor. Aslında ana karakterlerden (bence ana karakter sayılır) Maymun Kralın, kitabın ilk bölümlerinde anlatılan, Cennete ve Yeşim İmparatoruna baş kaldırısını ve sonrasında Buda tarafından ceza olarak 5 Element Dağının altına 500 seneliğine gömülmesi bölümünü ele alıyor. Hikayede sonradan rahip gelecek, Maymun Kralı oradan kurtaracak ve Maymun Kral da O'na batıya yani Hindistan' a olan yolculuğunda eşlik edecek. Yolda ekiplerine iki arkadaş daha katılacak.







Journey to The West yani Batıya Yolculuk' un üzerine uzun uzun yazmak isterdim ama bunun için çok tembelim. Nesi güzel diyenler için; Maymun Kralı eğlenceli, onun otorite tanımayan tavırları sürekli başını belaya sokması eğlenceli, acı çekmesi üzücü. Hikayede yol arkadaşları birbirini tamamlıyor ve dördü birlikte renkli ve tamamlayıcı bir ekip oluşturuyorlar.  Olay bildiğiniz bir macera yolculuğu, düşmanlar, şeytanlar vs... karşısında mücadele ederek Hindistan' a ulaşmaya çalışıyorlar. Zaman zaman üzücü, acı verici, zaman zaman eğlenceli, gülümseten,  içinde pek çok duyguyu barındıran bir roman. Bu görünen yüzü. Bir de altında inançlara uzanan, insanın hayatı nasıl yaşaması gerektiğini göstermeye çalışan, birbirinin içine geçmiş inanç sistemlerinin anlatımları var. Ve daha var da var... Haşarı ve eğlenceli görünümün altında derinliği olan bir roman işte.
Filmin ele aldığı kısım yani Maymun Kralın doğumundan ceza almasına kadar olan bölüm romanın içinde olmasına rağmen The Monkey King ya da Tale of Monkey King isimleri altında ayrı olarak basılmış halleri de mevcut.






Neyse filme dönelim;


Yeşim İmparatorunu Chow Yun Fat canlandırıyor. Öyle aman aman bir iş yapmasına senaryo gereği gerek kalmamış zaten. Şeytanı Aaron Kwok canlandırıyor. (Bu adam da yaşlanmıyor sanırım) Cennet muhafızları komutanı ve  Güney kapısı koruyucusu olan hırslı ve hakkının yendiğini düşünen Erlang Shen' i Peter Ho canlandırıyor. Sun Wukong yani Maymun Kralı ise Donnie Yen almış üzerine. Burada durup Donnie Yen' i tebrik etmek gerekir. Oldukça başarılı bir iş çıkmış ortaya. Büyük ihtimalle filmi izlerseniz tanımayacaksınız ama yine de Sun Wukong' u başarılı bulacaksınız.







Çin mitolojisini ya da bu hikayeyi bilmiyorsanız bile mitoloji ile ilgileniyorsanız filmde bulabileceğiniz pek çok detay var, bu da işi eğlenceli kılıyor. Cennette dışlanan şeytanın buna gıcık olması ve İmparatora isyan etmesi sonucu cennetten kovulması. Burada İmparatorun kız kardeşi şeytanın yavuklusu olduğu için o da gidiyor mahkum edildikleri yanardağa. Gerçi bu ikisi güzel bir çift olmuş. İskandinav taraflarından yanlış hatırlamıyorsam Loki' nin oğullarından olan  ve okyanus dibine gönderilmiş yılan benzeri Sun Wukong' un Doğu Okyanusu Kralından çaldığı ve sonrasında adını unuttuğum sopası olacak ejderha. Sun Wukong' u cennete götürmeye gelen tipin (bunun da Adını unuttum) Hermes misali sandalları  falan filan işte. Eh, Sun Wukong benzeri maymunlar Hint destanı Ramayana' da da geçiyor. İşte, rüzgarın oğlu Hanuman veya onun kralı olan amca gibi. Neyse bu paragraf anlamsız oldu, tüm  bunlar başka bir yazının konusu.


Film öyle aman aman bir oyunculuk gerektirmiyor. Senaryo ve kurgu basit zaten. Efektler çok kötü. Müzikler çok güzel. Masal ya da efsanelere ilgi duyanlar izleyebilir ama çoğunluğa göre değil sanırım bu film.


Ben zaten beğendim, kaynağı nedeniyle. Bunun dışında Sun Wukong' un performansı araya sıkıştırılmış ufak romanslar, insani detaylar hoşuma gitti. Aslına bakarsanız iyi film değil ama ben sıkılmadan ve keyifle izledim.


Akagami no Shirayukihime (Anime): Kırmızı Saçlı Pamuk Prenses - Birinci Sezon

$
0
0




Akagami no Shirayukihime' nin ilk sezonu 12 bölüm, 2015 animelerinden. "İzle" demeseler izlemek aklıma gelmezdi diye düşünüyorum. İzlenecek bir shoujo arayışı içinde olanlara, kenarından döndüğüm bu yanlışa düşmemeleri adına Akagami no Shirayukihime' yi tavsiye ederim.



Shirayuki, Tanbarun adlı bir ülkede yaşayan, bitki bilimi ile ilgilenen (bunu animede  tıp olarak düşünün ya da alternatif tıp) ve kırmızı saçlı bir kız. İlk anlarda saçlarının ilgi çektiğini anlamasak bile daha sonraları bu kırmızı saçlar yüzünden başının derde girdiğini ve ileride derde girme potansiyelinin yüksekliğini anlıyor insan. Tam da bu saçlar nedeniyle Tanbarun prensi Raj adamını yollar ve Shirayuki' ye saraya gelmesini ve metresi olmasını emreder. Özgürlüğüne düşkün olan Shirayuki, bunun üzerine artık bu ülkede kalamayacağını anlar, gidip metres olmaktan başka diğer seçeneğe oynar ve ülkeden kaçmaya başlar. Bu esnada tesadüf sonucu, başka bir ülkenin ikinci prensi olan Zen ile tanışır. Bir takım olaylardan sonra arkadaş olurlar ve Zen' in ülkesine yerleşir.



İlk bölümde Raj (Jun Fukuyama), "Ayna ayna söyle bana. Ülkedeki en güzel kim?" diye olaya girişince, Shirayuki kaçışı esnasında Zen ve ekibinin konakladığı binaya vardığında içinde cüceler çıkacak sanmıştım çünkü animeye dair hiç bir bilgim yoktu ancak cüceler yerine Zen ve adamları Kiki ile Mitsuhide çıktılar.





Akagami no Shirayukihime aslında türe yeni bir şey falan getirmiyor. Bildiğiniz shoujo işte ama onu güzel yapan şey tutturduğu çizgi ve atmosferi. Bir kere akış tam bir masal havasında seyrediyor ve bu insanı çekiyor. İkincisi karakterler aklı başında karakterler ve buna bağlı olarak olaylar cıvımıyor ya da insanın içini baymıyor. Dediğim gibi tutturduğu çizgi nedeniyle türün örnekleri arasında üst sıralara taşıyor. (en azından benim adıma) O naifliği, tatlılığı o kadar güzel ki ben izlerken şeker kıvamına geldim. Tavsiye ederim, gergin ve sinirli zamanınızda rahatlamak için izleyin.






Shirayuki, aklı başında ve ayakları yere basan bir karakter. Daha en başından beri olayların akışını sağlayan O' nun "hayatıma ben karar veririm, yaşamak istediğim yolu ben seçmek istiyorum" iradesi zaten. Öyle erkek fatma tarzında da değil ya da güçsüz ve cıvık bir karakter de değil. Nazik, ölçülü ve doğrucu.


Her shoujo' da olan kural; herkes ana kadın karakteri bir şekilde sever, bir şekilde etkilenir. Çok küçük ve lafı edilmeyecek ya da oldukça klişe bir şey yapsa bile ana karakter takdir görür, beğenilir, etki yaratır falan...

Evet, Akagami no Shirayukihime de bu kalıba dahil ama animenin atmosferi içerisinde pek göze batmıyor bu durum.


Zen için  (seiyuusu Osaka  Ryota) pek bir laf söylemeye gerek yok zaten. Romantik, eğlenceli, canı isteyince hırslı, zaman zaman komik... Mitsuhide ve Kiki de izlenesi elemanlar. Bu üçlüye bir de Obi' yi (Okamoto Nobuhiko) eklemek lazım.




Prens Izana, Zen' in ağabeyi,  serinin en taş karakteri sanırım. (Seslendirme  Akira Ishida ' dan olunca ayrıca sevildi)  Karakter hafif sarkastik , zeki ve başarılı bir adam. Bir giriş yaptı, ağırlığını koydu. Ve diğerleri...







Anti depresan niyetine izleyebilirsiniz...

TERRA FORMARS REVENGE : Anime

$
0
0





2016 animelerinden  13 bölümlük Terra Formars Revenge, Terra Formars'ın ikinci sezonu. Bu sezon işler kaldığı yerden devam ediyor diyeceğim ama animenin şekli, havası, atmosferi değişikliğe uğramış görünüyor.


İlk sezonun o karanlık havası, ağır ve umutsuz atmosferi, etrafa saçılan kanları gitmiş yerine daha aydınlık bir hava, moronlaşmış hamamböcekleri, sıklaştırılmış espriler ve hatta içi chibi dolu baloncuklar gelmiş. Anime sanki boyut değiştirmiş gibi.


En son 6 acil iniş mekiği farklı noktalara inmek zorunda kalmış, hepsi saldırıya uğramış, arkada bazı olayların döndüğü hissettirilmiş, Mars' a inen 100 kişiden pek çoğu hayata veda etmişti. Grup 1 ile 2 birleşmiş ve son tercihleri olan Grup 6 ile birleşmeye ve ana gemiye ulaşmaya çalışıyorlardı. İletişimleri de hem birbirleri ile hem de dünya ile kesilmişti.İkinci sezon, bu noktadan devam ediyor.



Bu 100 kişi Mars' a dünyaya musallat olan ve dozunu arttırmaya başlamış olan bir virüse karşı serum yapılabilmesi için terra formars örneklerini toplamak için gelmişti. 6 bölümün başında 6 adet uzman vardı.


Bu sezon bu arkada dönen dolapların en azından bir kısmı ortaya çıktı hafiften. İnsanlar Mars' ta can derdindeyken  dünyada, dünya liderlerinin güç peşinde olduğu ortaya net bir şekilde kondu. Diğer ülkelerin teknolojilerini kaçırıp onları kendine geçirme, örnekleri kendine saklayıp mutlak güce ulaşma. Eh tabi,  bunu tek başına  yapabilmek mümkün değilse sürekli değişen ittifaklar kurabilmek en iyi alternatif. Mars üzerindeki ekipleri baştaki planlarına sadık bir şekilde yollarına devam edip, hem terra formarlarla hem de birbirleriyle kapışırken masa başındakiler birbirleri arasındaki pazarlıklara ve stratejilere devam etmekten bir kurtarma aracını bile gönderemediler henüz, bu da ayrı konu.



Bunun dışında, bu böceklerin  geçirdikleri evrimin neden bu kadar hızlı ve mükemmel olduğunu henüz tam anlayamadım. Rahap teorisinin, en azından Rusya buna inanıyordu,  mümkün olmadığına piramitleri inceledikten sonra karar verdiler. Yanlış hesap olayı neydi bunu anlamadım ya da kaçırdım. (evet olayın en can alıcı noktasını kaçırmış olabilirim)


**İlerisi henüz Terra Formars'ı izlememiş olanlar ve Terra Formars Revenge'i tamamlamamış olanlar için sakıncalı olabilir, söylemedi demeyin **



Bölüm 1 - Japonya. Komachi Shoukichi' nin önderliğinde çeşitli badireler atlattıktan sonra bir şekilde hala varlıklarını sürdüren bu ekip içinde Komachi Shoukichi ki kendisi gönül insanıdır, kendini sevdirir, Marcos (seiyuusu Ishikawa Kaito) ve Keichi (seiyuusu Ono Daisuke bu arada ) gibi savaşçı karakterler, uçan hatun (adını hatırlayamadım) ile savaşçı olmayan mühendisleri  barındırıyor.  Bölüm 2 ile başından beri müttefiklerdi, bunu pekiştirerek devam ediyorlar.



Bölüm 2 - Amerika. En şanslı ekip bu bence. Michelle hatuna da saygım sonsuz yalnız. Bu arada Michelle' in Akari bir yana Joseph 'i de etkilemiş olması takdir edilesi ama bu durumu çeşitli nedenlerden ötürü normal karşılıyorum. Michelle ile birlikte Mars sıralamasında 6. olan Akari  ve yanlış hatırlamıyorsam 11. Alex de  bu ekipte ki Alex giderek daha bir hoş oluyor :P (yani napayım? Atmosfer öyle bir kaymış ki ben de bu şekilde kayıyorum) Yaeko (isim böyle sanırım ) eğlenceli hatun. Yanlış hatırlamıyorsam şimdiye kadar en az kaybı bu ekip verdi. Üstelik tüm komploların başlıca nedeninin genetik olarak önem taşıyan Michelle ve Akari' yi canlı şekilde ele geçirmek olmasına rağmen.



Bölüm 3 -  Rusya ve Doğu Avrupa. En insancıl, en asil duyguların insanı ekip bu çıktı şaka maka. Piramitlere inmelerinin nedeni anlaşıldı. Doğal olarak başlangıçta bir plan ve hedefleri vardı ancak olayları kavrayınca insanlığı seçtik diyerek Amerika-Japonya ortaklığına müttefik olduklarını ilan ederek tereddüt etmeden  yardıma koştular. Takdir edilesi. Ne yazık ki ağır hasar aldılar ki bu üzücü oldu. Diğer başka bir ekiple birlikte sadece askerlerden oluşuyor olması bu grubu güçlü yapıyordu. Ekibin lideri, dünyada da ünlü bir asker ve komutan olan Slyvester Asimov' u sevmemek mümkün değil. Can hıraş mücadelesi  saçımızın teli için falan değil tabii ki. Bunun nedeni kızının ve torununun dünyada hasta olması ve yapılacak seruma acil ihtiyaç duyması. Yine de adil ve başarılı bir lider olduğu söylenebilir. Grubun diğer öne çıkan isimleri Nina, Ivan, Alexander Asimov. Şimdi bu Alexander' a gelelim.




Birinci sezonda Adolf' un bölümleri gayet iyiydi buna daha sonra değineceğim. Bu sezonda da ne yazık ki bu şekilde aramızdan göçüp gidecek olan kişi olarak Alexander'ı seçmişler ki kendisi Komutan Asimov' un damadı. İnsan üzülüyor doğal olarak esprili ve iş bilir birinin heba olup gitmesine. Yine de, insanı ne kadar üzerse üzsün bir Adolph' un etkileyeceliğini yakalayamadı sahneleri. Akari' ye kılıç gönderme olayı ne kadar zorlama olursa olsun, kabul ettim o akış içerisinde. Arkasından gelen yorum ve olaylarla yüceltilmesini  kendisi göçüp giderken hoş buldum.



Bölüm 4 -  Çin ve o civar. Liderliğini Çin' in yaptığı ekipte, Çinliler, Tayvanlılar, Moğollar var. Hatırladıklarım bunlar. İşte her şey bunların başının altından çıkıyor, bu anlaşıldı. Hedefleri Michelle ve Akari' yi canlı ele geçirip  kurtarmaya gelen Çin' in gönderdiği mekiğe atlayıp diğerlerini bırakmak ya da kendileriyle iş birliği yapmayanları muhtemelen öldürerek kaza diye olayı kapatmak. Böylece kendi birlikleri Michelle ve Akari üzerinde deneyler yapabilecek, bu ikisinin içinde barındırdığı genleri vs..  inceleyerek kendi silahlarını hatta mutasyona uğramış ordularını yaratacak, yanlarında getirdikleri terraformarları inceleyerek serum hazırlayacak ve bu cesetleri de inceleyip teknolojilerini geliştirecek ve dünya üzerinde mutlak güce hakim olacaklar. Eh, bu ekipte bu planın maşası işte. Rusya ekibi gibi askerlerden oluşuyor. Anlaşılıyor ki Çin ve Rusya, mekik Mars' a inmeden önce Mars üzerinde bu planı birlikte uygulamaya karar vermiş ancak Rusya ekibi piramitleri inceledikten sonra ve Çin ekibinin plan detaylarını anladıktan sonra manevra yaparak Amerika-Japonya bloğuna kayıyor. Ayrıca tüm program ortaklarını kandırıyorlar. Program içerisinde, Çin ekibinin içinde Mars sıralamasının en güçsüz isimler bulunuyor  ama 99. sıradaki elemana bir bakıyorsun gücünden ötürü tebrik ediyorsun. Bir nevi salağa yatıp herkesi kandırmışlar durumu. Ağır ameliyatlardan geçmişler birer görev insanı olarak, bu durumda eğer dünyaya geri dönebilirlerse normal hayata nasıl uyum sağlayacakları şüphe konusu. Aslında kafa dengi tipler olabilirlermiş ama tutturdukları çizgi hoş değil. Pek çok kişinin ölümünden de bunlar sorumlu. Bir diğer soru,onca alet edevatı, füzeyi, ırtı zırtı Annex 1' e nasıl sokup depoladıkları. Normalde tüm mürettebat silahsız çünkü programda silah yok diye anlaşılmış ancak bu arkadaşlara bravo, bayağı bir mühimmat sokmuşlar içeri. Eh bu durumda terraformarslara karşı işleri daha kolay diğerlerine nazaran.



Bölüm 5 - Almanya -  Komple pert oldu bu ekip ne yazık ki. Halbuki liderleri Adolf' un (Kouji Yusa)  ne derece güçlü olduğu ortaya aksiyon vasıtası ile konmuş daha sonra da Mars derecesinin 2  olduğu söylenmişti ancak tüm bunlar iş işten geçtikten sonra oldu. Bu ekipte sadece Adolf ve Isabel savaşçı özelliği taşıyordu. Geri kalanların hepsi teknisyen. Annex' e ulaşacak ilk ekipken ne yazık ki ayakları kaydırılıyor.






Yalnız çok yüklendiler lan bu ekibe!!  Adolf' un sahneleri ise dokunaklı ve etkileyici idi bana kalırsa. İnsafsız böcekler ayrıca insafsız hayat, bir insana bu kadar yüklenilir mi? Bu bölümler beni üzdü. Güzel bölümlerdi bence. İlk sezonun en iyi bölümleri olmaya aday. Adolf böceklere dalarken çalan müzik ile birlikte Musa göndermeleri birinci sezonun tavan noktasıdır bence.



Bölüm 6- Roma ve bağlı ülkeler. Joseph başkanın liderliğindeki bu ekibi, ilk indiklerinde bir görüyoruz, başları belada! Sonra ikinci sezonun sonlarında  "Joseph' e ne oldu, ne oldu?" diye diye nihayet görüyoruz. Joseph iyi de, ekibin geri kalanının ruhları şad olsun.




Joseph, geyik ve esprili bir arkadaş. İlk sezonda ilk bölümde kendini bu konuda gösteriyor zaten. Ayrıca renkli kişiliğine Ishida Akira' nın seslendirmesi ayrı bir genişlik katıyor. Kendisinin insanoğlunun en önemli yaratımlarından biri olduğu açıklanıyor. Bir nevi üst insan çalışması. Zeka, fiziksel özellikler vb...  açısından organik bir sonuç. Ari ırk saçmalığına girmemesi adına evlilik için eşlerin ırk, sosyal konum gibi kavramlarla sınırlanmadığı ancak üç noktaya dikkat edildiği özellikle vurgulanıyor. Kabiliyet, direnç ve yetenek. Bu prensiplerden hareketle yaklaşık 600 yılın sonunda Joseph olmuş işte. Joseph' in Michelle' e evlilik teklifi de bu noktada uygun. Michelle de taşıdığı genler bakımından bu prensiplere uygun hatta en uygun adaylardan bir tanesi. Joseph de doğal olarak onu istiyor. Schopenhauer'in Aşkın Metafiziği' ne bir gönderme gibi bir açıdan. Joseph' in tüm bu gücü ve üstün özellikleri ne yazık ki tüm ekibini kaybettiği gerçeğini değiştirmiyor.



**-----------------------------------------------------------------------------------------------**






İkinci sezonun sonlarına doğru, her zamanki gibi dünyada liderlerin masa başındaki ikili pazarlıkları mevcut. Yine taşlar değişecek ya da değiştirilmeye çalışılacak eğer  Mars üzerindekiler dünyaya haber gönderemezse derken zor da olsa bunu başarıyorlar. Michelle ve Akari durumdan kendilerine pay çıkarıyor olsa bile en büyük alkış belli kişilere gidiyor.


Terra Formars Revenge' in bir diğer olumlu özelliği - benim için-  Seikima II faktörü. Açılış parçalarının ikisi de Seikima II'den. Özellikle Planet/The  Hell çok iyi gitmiş.





Terra Formars Revenge' de değinilmeden geçilemeyecek bir karakter daha var. Alexander ve Joseph kadar parlayan bir diğer karakter Keiji. Mars ekibine katılmadan önce dünya şampiyonu bir boksör olan Keiji, basitliğin ve disiplinin bir yansıması aslında.  Korneasında oluşan sorun nedeniyle görme kaybı yaşamasından dolayı boksörlüğe veda ederken annesini de kaybedince ekibe katılıyor ve mutasyon ameliyatında seçim yaparken tercihini en iyi gören böcek türünden yana kullanıyor. Keiji (Ono Daisuke)  de diğer karakterler gibi hayatın anlamını ve dostluğun güzelliğini Mars üzerinde daha doğrusu ekibin içinde bulanlardan. Keiji' yi parlatan ilkelerine,duruşuna ve sadeliğine hayran olmamak elde değil şimdi.




Terra Formars Revenge, animasyon ve ortamın genel havasında yaptığı değişiklikler nedeniyle çok eleştiri aldı. Mars üzerindeki olaylar bir noktada kaldı. Böcekler dünyaya da inmişken (burada hikikomorilerin dünyaya karşı yarattığı tehlikeye bir değinme yapılmış :P) bir 3. sezon gelir mi bilinmez.

Ben de izlerken çok saydırdım animeye ama 3. sezon gelsin, lütfen. Mangaya sarmak istemiyorum!!!!




Schwarzesmarken: Anime

$
0
0




2016 animelerinden 12 bölümlük Schwarzesmarken' e başlamadan önce ne parçası olduğu evrene, ne de adaptasyonu olduğu görsel romana dair bir bilgim yoktu. Bunların hepsini animeyi tamamladıktan sonra öğrendim. İzleyecek bir anime ararken gözümde parlayan  "Ooooh meccha"ışığı  ve arka plandaki politik olayların ilgimi çekmesi nedeniyle Schwarzermarken' e başlamıştım. Bu nedenle bu yazı sadece bu 12 bölüm üzerine olan düşüncelerimi dile getirecek.



Schwarzesmarken, 80' li yılların başında alternatif bir evrende geçiyor. Doğu ve Batı olarak ikiye bölünmüş bir Almanya ve soğuk savaşın rüzgarları var. Batı Almanya, Birleşmiş Milletlerin bir üyesi iken Doğu Almanya, Varşova Paktı' nın bir parçası. Sosyalist bir rejim hakim ülkede. Ortam ve etraf zaten karışıkken bir de dünya dışı varlıkların saldırıları söz konusu. BETA adı verilen kolektif bilince  sahip bu yaratıklar, çirkin olmakla birlikte insanlığa karşı bir tehdit durumundalar hatta insan ırkı yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. İnsanlık tüm gücü ve elindeki tüm  teknoloji ile üzerine  tek bir yönden akın akın gelen ve önlerine çıkan her şeyi yok eden bu yaşam formlarına karşı ölüm kalım mücadelesi vermekte. Özellikle Doğu Almanya, bu sürünün Avrupa' ya yayılmasını engelleyen bir tampon durumunda.



BETA' lar bir yana, ülkenin (Doğu Almanya)  durumu  ayrı şekilde iç karartıcı. Pilotların çoğu çok genç. Kayıplar büyük. Bunun dışında ülke rejime göre yönetiliyorken, Stasi içinde de güç ve iktidar çekişmeleri bulunuyor. Stasi ikiye ayrılmış durumda. Sovyet yanlıları ve Berlin yanlıları. Kendi çekişmeleri adına çoğu zaman BETA tehdidini bile görmezden gelebilecek durumdalar.


Ailesi ile birlikte Batı Almaya' ya kaçmaya çalışırken Stasi tarafından yakalanan, işkencelerin ardından kendini orduda ve animenin ana odak grubunu oluşturan Doğu Almanya' nın en iyisi olarak  adlandırılan 666. filonun bir pilotu olarak bulan Theodor Eberbach'ın liderleri Irisdina Bernhard ile yıldızları barışmazken, yine O'ndan aldığı emir ile kurtardığı Batı Alman Katia Waldheim ve Katia' nın Doğu Alman vatandaşlığına geçişiyle olaylar iyice açılıyor. Siyasi karışıklık, Stasi ile ordunun çekişmesi ve Stasi' nin genel anlamdaki baskıları nedeniyle zaten bu askerlerin arasında çoğu zaman sağlam bir bağ bulabilmek güç. Herkes birbirinden şüpheleniyor, herkes birbirinin Stasi ispiyoncusu olduğunu düşünüyor. Kelle koltukta geziliyor üzerine BETA' larla savaş var. Böyle bir ortamda bu filo ve bu filonun  içindekiler hayat ve ideallerinin mücadelesini veriyorlar 12 bölüm içerisinde.






12 bölümde iyi toparlanmış sayılır. Atmosfer iyi. Ara sıra hareme dönecek diye endişelenmedim değil ama iyi toparladı sayılır. TSF' lerin dizaynları göze hoş ve gerçekçi geliyor. Aksiyon sahneleri fena sayılmaz.  Zaman zaman bazı karakterler dayaklık olsa da göze batmıyor sayılır ki Bernhard Irisdina işi topluyor zaten.



Bunun dışında animenin hatırlattığı bazı noktalar var. Yıl olmuş 2016 (gerçi bizim ülke yaşamak için garip bir yer ama) geriye dönüp bakınca garip geliyor ama dostlar zamanında bir  Berlin Duvarı vardı bu dünya üzerinde. Almanya, Doğu ve Batı olarak ikiye bölünmüştü ve Doğu Almanya' da Sovyetler Birliğinin  girişimiyle otoriter ve sosyalizme dayalı bir rejim kurulmuştu. Doğu Almanya' dan Batı' ya kaçmak isteyenleri engellemek adına  Berlin' i ikiye bölen duvar inşa edildi. Bu duvar yaklaşık 27 yıl sonra 1989' da,  fiziksel olarak 1990' da yıkıldı. Şimdi böyle bakınca çok garip geliyor ama duvarın yıkılışının etkilerini hayal meyal hatırlıyorum.



Günümüzdeki Rusya, Türki Cumhuriyetleri ve daha nicelerini kapsayan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği de yanlış hatırlamıyorsam 1991' de dağılmıştı.


Ne bileyim şimdi düşününce yakın tarih sayılabilecek bu olaylar insana garip geliyor. Neyse işte, animeyi izlerken bunları da düşünmeden edemedim.


Shwarzesmarken çok iyi değil bana kalırsa ama izlenmeyecek bir anime de değil. Göz atın bence.

USHIO TO TORA (2015) : Anime

$
0
0




Ushio to Tora aslen Kazuhiro Fujita' nın mangası. 90' lı yıllarda manga, OVA' lar şeklinde  animeye uyarlanmış.  2015 yılında ise 26 bölümlük bir anime yapmışlar.


Süper güçleri, yokaileri ve diğerlerini içeren eğlenceli sayılabilecek bir anime ama insanın ilk bölümleri bir şekilde atlatması gerekiyor,  en azından benim için süreç böyle gelişti.


Ushio adlı kardeşimiz ortaokul çocuğu, babası ile birlikte atalarından kalan bir tapınakta yaşıyor. Babası Shigure Aotsuki çocuğu çeşitli yöntemler kullanarak yokailerin varlığına inandırmaya çalışıyor fakat Ushio bunu her seferinde kesinlikle reddediyor ve pek yetenek gösteremediği ancak içten bir tutku ile bağlı olduğu resim sanatına devam ediyor. Bir gün, babası bir geziye çıkmışken evin yanındaki depoda bir mahzen kapısı görüyor merakla içini açıyor ve bir mızrak tarafından duvara mıhlanmış aslana benzer bir yokai ile karşılaşıyor. Anlaşıldığı kadarıyla bu yokai, 500 yıl önce Ushio' nun samuray atası tarafından canavar mızrağı ile mühürlenmiş. Öyle böyle derken Ushio mızrağı çekerek Tora adını verdiği bu yaratığı serbest bırakmak zorunda kalıyor ve böylece Ushio' nun mızrak ve Tora ile yaşantısı ve aslında hayat macerası başlamış oluyor.



İlerleyen zamanlarda mızrağın Ushio' yu seçmiş olduğu anlaşılır. Tora ise  her ne kadar her seferinde Ushio' yu yiyeceğini söylemesine rağmen bir türlü yemezken   modern dünyaya ve aletlerine de büyük ilgi göstermektedir. Bu arkadaşlar bu şekilde hayatlarına ve mücadelelerine devam ederler.

Her bölümde yeni karakterler ekleniyor, bağırış çağırış fazla, bölümler klişe bir yapı gösterse bile olayları güzel bağlıyor. (ara sıra ciddi abartıyor tabii ama neyse bunları göz ardı edeceksiniz artık)
Vakit geçirmek için izlenebilir.

Başka bir sezon konu açısından gelmeli ama gelir mi bilemem... (geldi.)


Serinin açılış parçası Kinniku Shoujo Tai' den "Mazeru no Kiken"





Kapanış Waka Danna' dan  "Makeru na Chiisaki Mono yo"


Ookuninuşi (Ookuninushi): Japon Mitolojisi - Kitap

$
0
0



Ookuninuşi, Bileşim Yayınevinin Dünya Mitolojisi Serisi'nde Japonya' yı temsilen yer alıyor. Kitabın yazarı Akiko Acar. Çocuklara yönelik bu seri ve Ookuninuşi gerek anlatımı gerekse resimleri ile büyüklerin de ilgisini çekecek kadar cezbedici.






Kitap öncelikle hikayenin kahramanlarını ve Japon tanrılarını/mitoloji kahramanlarını kısaca tanıtarak başlıyor. Kitaba ayrıca hiragana ve katagana alfabelerinin bir kısmını gösteren tablolar eklemişler ki hoş olmuş bence.






Kitap, yeryüzüne inen, yeryüzünün en büyük adasında, İzumo denen bir ülkede, 80 kardeşi ile birlikte yaşayan iyi kalpli ve uslu tanrı Ookuninuşi' nin hikayesini anlatıyor.




Ookuninuşi, yaramaz 80 ağabeyi ile birlikte yaşayıp giderken günlerden bir gün İneba ülkesinin prensesi Yagahime' nin evleneceği haberi gelir. Bütün kardeşler bu güzel prensesin içlerinden mutlaka birini seçeceğini düşünerek isteksizce kervana dahil edilen Ookuninuşi' yi de yanlarına alarak  yola koyulurlar. Tüm eşyalarını O'na taşıttıkları için Ookuninuşi ağabeylerini epey geriden takip eder. Kardeşler yolda tüyleri yolunmuş, kıpkırmızı olmuş, inleyen bir tavşan bulurlar ve acımasızca ve muzipçe tavşana bir oyun oynayarak tavşanın acılarının artmasına katkıda bulunup yollarına devam ederler. Geriden gelen Ookuninuşi, köpekbalıklarına oyun oynadığı için bu hale gelen tavşana acır, ağabeylerinin yaptıklarına üzülür ve tavşana yardımcı olur. Yoluna devam ederek İneba ülkesine en son varır. Ertesi gün Yagahime, kardeşlerden hiçbirini evliliğe seçmediğini ancak olsa olsa Ookuninuşi' yi seçebileceğini, tavşanın başına gelenleri de kınadığını bildirir. Bu duruma öfkelenen ağabeyler tüm düşmanlık ve nefretlerini Ookuninuşi' ye yönelterek, O'nun geri dönüş yolunda eşyalarını taşımak zorunda olduğunu belirtip kardeşlerini yanlarına alarak dönüş yoluna koyulurlar ve yolda intikam hırsı ile Ookuninuşi' nin ölümüne sebep olurlar.




(Hikayeden bağımsız, dile kolay 80 ağabey diyorum! Bir de bunlar biraz muzip zaman zaman acımasız falan! İş kötü ^^)




Annesi İzumo'nun araya girmesi ile bir yaşam hakkı daha verilen Ookuninuşi, ağabeylerinin öfkesine ve yeni girişimlerine çeşitli şekillerde tekrar  maruz kalır, bunları  atlatmayı başarır ancak annesi ile birlikte anlarlar ki kaçmazsa kurtulamayacaktır. Başka bir tanrının tavsiyesi ve yönlendirmesi ile büyük büyük dedesi Susano' ya danışması gerektiğini ve yeryüzünde insanların huzur içinde yaşayabileceği bir ülkeyi ancak kendisinin kurabileceğini bunun için ise Susano' nun yayını ve kılıcını almasını gerektiğini öğrenir.






Güneş Tanrıçası' nın kardeşi olan Fırtına Tanrısı Susano huysuz ve gürültücü olması nedeniyle gökyüzünden kovulan ve yeryüzünde  bir prensesle evlenen bir tanrı. Susano daha sonra yer altına inerek Ölüler Ülkesinin hakimi olmuştur. Ookuninuşi, çeşitli yardımlarla canlı canlı Ölüler Ülkesine iner ve Susano ile yüzleşir. Bu sırada, Susano' nun torunu olan Suserihime' nin yardımını alır. Sonunda Susano' nun kılıcı ve okuyla birlikte yanına  Suserihime' yi de alarak yeryüzüne başarılı bir şekilde geri döner. Akıl Tanrısı  da hizmetini kendisine sunmaya gelmiştir. Suserihime ile  evlenir ve huzurlu ülkesini yaratır.


Tüm bu yolculukta Ookuninuşi' ye tüm destanlar ya da mitolojik hikayelerde olduğu gibi yardımcı olan pek çok kişi ve tanrı var. Karşısına çıkan çeşitli karakterler var. Alt etmesi gereken, gerek yardım alarak gerek kendi zekası ile devirdiği ya da saygısını kazandığı düşmanları var. Kitap bunların çoğuna değiniyor.



[Cüceyi eline aldı."Ben akıl tanrısıyım. Beni yaşam tanrısı gönderdi.............Abilerinden farklı olduğunu kanıtladın. Seksen kişiden farklı olabilmek büyük bir cesaret ve güç ister"]



Bu sözler, bağlantı anlamında biraz alakasız gözükse de, muhtemelen aşırı sıcaklar nedeniyle vıcık vıcık olan beynimde çalan alarmlar sayesinde bana Alfred Bester' in Yıkım' a Giden Adam'ındaki şu sözleri hatırlattı. Bester' in bu romanında şöyle denir; " Eğer bir adamın topluma karşı gelecek yeteneği ve cesareti varsa, o kesinlikle ortalamanın üzerinde demektir. ..." Neyse işte, yine nereden nereye...



Bileşim Yayınevi'nin bu serisi daha çok çocukları hedefliyor. Ben bir mitoloji ve destan bağımlısı olarak merak ettiği için bu kitabı satın almıştım. Çocuklar hatta yetişkinler için güzel bir kitap. Eğer etrafınızda hediye edebileceğiniz çocuklar varsa alın, okuyun ve çocuklara verin. Mitoloji güzeldir ve  genel kültür herkese gerekli.

Yıl Ortası Kitap Uçuşu Mimi

$
0
0



Sağolsun, Paul Muad-Dib beni mimlemiş. Mimin adı üzerinde zaten ve yılın ilk 6 ayını kapsıyor. (daha çok :P) Bu sene fazla kitap okumadım. İlk altı ay içinde 20 taş çatlasın 22 kitap okumuşumdur.


Yapmaya koyulmadan önce aldığım bir karar var. Şimdi bu sorulara cevap verirken normal şartlarda çok düşünürüm. Aman şu şöyleydi ama bunun da burası iyiydi, son tahlilde bu şöyle..... uzar gider bu. O nedenle mimi yapmadan önce bir karar verdim. Kolları sıvayıp dangır dungur dalacağım buna, durmadan yapacağım ve aklıma ilk gelen cevapları vereceğim (bir iki soru hariç) Bu nedenle saçmalayabilirim, uzatabilirim, aklıma gelen anılara atlayabilirim vs... O yüzden kusura bakmayın^^


1. Şu ana kadar okuduğun en güzel kitap? 


Son 6 ay içinde okuduklarım arasından;

Sahibinin Sesi - Stanislaw  Lem

Siz bir kitabı okurken heyecanlanır ve  kitap bitince enerjiden ne yapacağınızı şaşırır mısınız? Çok sevdiğim, beğendiğim ve etkilendiğim kitaplarda bana böyle olur. O kadar söyleyeyim.

Terry Pratchett - Büyünün Rengi



2. Şu ana kadar okuduğun en iyi devam kitabı?

Son 6 Ay için yanıtlayayım;  Dune Mesihi (Frank Herbert)

Bu seriyi daha önce parça parça sağdan soldan bulup okumuş, tamamlamamıştım. Tabii başka anıları da var. Bir süre önce yeniden adam gibi okumaya başladım.


3. Okumak istediğin ama henüz okuyamadığın yeni çıkan bir kitap?


Kralların Merhameti - Ken Liu. ( 2016 - İthaki. Çok merak ediyorum ancak henüz daha alamadım)

Üç Cisim Problemi - Cixin Liu ( 2015 -İthaki - yeni sayılır mı, bilemiyorum?  - Bu kitabı ilk gördüğüm andan beri meraktan deliriyorum ve hakkında çok güzel yorumlar gördüm ancak teşekkürler insanlık! Ben daha alamadan basımı tükenmiş görünüyor ya da ben bulamıyorum :( )


1 kitap soruyordu soru ancak bu Üç Cisim Problemi durumu içime oturduğu için aradan kaynattım.


4. İkinci yarıda çıkmasını çok beklediğiniz bir kitap?


Hmmm, aklıma gelen belirli bir kitap yok.

O zaman bu noktada fantezi yapma hakkımı kullanmak istiyorum. Bu dileğimi her şekilde dile getiriyorum zaten.

Birileri Batı' ya Yolculuk ile Üç Krallık'ı Türkçeye çevirsin! Tamam, biliyorum bunları Çinceden çevirmek çok fena ve meşakkatli bir iş. O zaman İngilizceden çevirin? Üçüncü dilden yapılan çevirilere karşıyım normalde ama bunlar için olur. Yıllarca bunları İngilizce okudum (hatta Batı' ya Yolculuk' un Çince hali bile var elimde (Hahahaha, senin neyine Tawannanna? Ki, bu durumun komik bir hikayesi de var, belki bir gün ayrıca yazarım)  ama Türkçe okumak istiyorum ühühühühühüh.


Ağlayıp zırlama bölümünü geçtikten sonra şimdi daha elle tutulur dileklere geçiyorum...

Yeni Bahar  (Robert Jordan),  Yamuk Bakan Öyküler ve şu anda aklıma gelmeyen bir kaç kitabın daha yeni baskısı olsun istiyorum çünkü bunlar bulunmuyor bu aralar.

Evet, Zaman Çarkı serisine başlamak en büyük hayalim şu anda.


5. Sizi hayal kırıklığına uğratan kitap?

Bu soruya son 6 ay adına cevap veriyorum; Birim 701  - Mai Jia

Beklenti zaten büyük değildi ama yine de altta kaldı. Dil akıcı, evet  ama hikayeler pek dokunucu gelmedi.


6. Sizi şaşırtan bir kitap?


6 ay -  On Bir - Mark Watson


Fiyatı çok ucuzdu, inanılmaz derecede. (Korsan değil) Öylesine almıştım. (Ucuzcu muyum neyim? ) Sonra, sıkıntılı ve kendimi esir gibi hissettiğim durum ve günlerde okumaya başladım. Kitap hoş çıktı, güzel gitti. Eğlenceli bir dili, şirin bir akıcılığı ve güzel, derli toplu bir kurgusu vardı. Hemen bitti zaten. Sürpriz oldu. Bununla da kalmadı, benim için kullanışlı oldu. Şöyle ki;

Şimdi benim bir akrabam var ve bu kadını  severim. Kitap okumaya meraklı ama tercihlerimiz pek aynı değil. Yılda bir ya da iki kez beni ziyaret ettiğinde en büyük hobisi benden kitap almak yani artık bunun hobisi olduğunu anladım. Başlarda anlamıyordum. Sorun şu ki bu kitaplar geri gelmiyor. İnsanların kitaplarımı almasını hiç ama hiç sevmiyorum. Kütüphaneme kılıç  bile koydum bir tehdit unsuru olarak fakat gelin görün ki bu kadına da "hayır, alamazsın" diyemiyorum. Sorun kitap değil aslında. Bu konudaki fikrimiz örtüşmüyor. Onun için kitap, okunduktan sonra başkasına verilecek, değiş tokuş edilecek bir  kendini geliştirme aracı. ( okuma tercihlerini ve tarzını anlamışsınızdır sanırım) Ben ise bu görüşü benimsemiyorum. Neyse... Geçen sene geldiğinde bir baktım, kitaplarımın göz bebeklerinden birini "aaah kozmik, aaah kişisel gelişim, süper" diye almış gidiyor. (aldığı kitap bilim-kurgu kitabı) Neyse, açıklama, ikna çabalarımın ardından bir Ahmet Ümit romanında anlaştık, aldı, gitti. Bu sene geldiğinde "Tawannanna, kitaplarında neler var, bakalım"dediğinde ise hazırlıklıydım. " Elimde tam sana göre bir kitap var"dedim (kendimi kitap/filmlerdeki tezgahtarlar gibi hissettim) ve çıkarıp On Bir' i kendisine sundum. O mutlu, ben ve diğer kitaplar On Bir' in bu fedakarlığı karşısında gözlerimiz yaşarmış olsa da  mutluyduk. Temiz iş oldu. Kitap ise bu yönden de şaşırtıcı oldu.



7. Favori yeni yazarınız?

6 ay için konuşmak gerekirse, öyle gelip favorilerime oturmadı ama Voltaire. Ciddi yanını biliyoruz bu adamın ama Micromegas'ı okurken normalden daha fazla bir sempati besledim kendisine. "Ne esprili, ne kafa adammış" dedim özellikle kitaba adını veren hikayeyi okurken.


8. En yeni kurgusal aşkınız?

Hmmm, benim aşık olduğum karakteri soruyorsa bu soru sanırım 6 ay içinde okuduklarım arasında yok fakat çok gerekliyse Thanatos' a  ( Thanatos) göz kırpabilirim.

Kurgusal aşık çiftler ise soru;

Ciddi anlamda cevabım Paul - Chani (Dune Serisinden) Bu başka bir şey aslında

Geyik olarak Cat - Anne (Ateş Adası - Wayne Thomas Batson)

Cıvık olarak - Thanatos - Regan (Thanatos - Larissa Ione ) Zamanında başlamış bulunduğum bu seriyi bitirmeye çalışıyorum. Hasta yatağında iyi gidiyor ama bu serinin kitapları.


9. En yeni favori karakteriniz?

6 ay için;

Rincewind - Büyünün Rengi

Ayrıca

Yaşlı Bayan Hempstock' un (Yolun Sonundaki Okyanus (Neil Gaiman) ) hakkını yiyemem.


10. Sizi ağlatan kitap?


Son 6 ay içinde beni ağlatan kitap yok.

Bu soruya genel anlamda cevap vermem gerekirse yanıtım neye bağlı olduğuna göre değişir;


Son zamanlarda (bir-  iki sene içinde )gözlerimi yaşartan, hüzünlendiren, ufaktan ağlatan kitap;

Ulus - Terry Pratchett.  Kitabın aslında böyle bir amacı yok hatta belki bununla alakası yok. Eğlenceli bir kitap ancak öykünün sonunda karakterlerin gerçekliğe ve yetişkinliğe dönüşü ve bunu sessizce kabullenişi ve geleceğe umutlu bakışları,  hikayenin sonundaki o naiflik falan beni çok etkilemişti.

Birkaç damla göz yaşı dökmüş olabilirim. (Ve bunu başaran tek insan  olabilirim!)

Mutsuzluktan ağlatan kitap;


Vakıf Serisinin 1. kitabı (I. Asimov) : Bu kitabı zamanında benden kim aldıysa ve geri vermediyse O kişiye saydırıyorum. Kim olduğunu da bilmiyorum ama niye getirmedin kitabımı geri diye şu anda buradan haykırıyorum? (Hahahaha sanki duyacak! )  Zeus' un yıldırımları, Darth Vader' in öfkesi ve benim sevgi dolu sözcüklerim bu kişiyi ara sıra dürtsün, gıdıklasın! İşte, kitabın yerinin boş olduğunu görünce ağlıyorum mutsuzluktan. İşin kötüsü bu kitap bulunmuyor artık :(


Sinirden ağlatan kitap;


Son Nesil (Arthur C. Clarke) Yanlış anlaşılmasın kitapla ilgili bir sorunum yok. Yazarı da çok severim. Bu kitabı iki yıl önce kütüphanede bulup, sevinçle ağlayıp almış, okumaya başlamıştım. Kitabın son sayfasına yapılanlar bir kütüphanecilik efsanesidir. Yıllardır bununla ilgili hikayeyi yazacağım diyorum ama üşengeçlikten yazmıyorum. (Evet, bir işi yıllarca öteleme, işte bu benim!) Neyse, kitabın son sayfasının başına gelenler nedeniyle, hikayenin sonunu İngilizce okumak zorunda kalmıştım. Sinirden ağladım :)


Ağlatıp komaya sokan kitap;

Eylül - Mehmet Rauf. Lisede zorla okutmuşlardı. Okudum ama okurken çektiklerimi bir ben bir de kitap bilir. Bitirdikten sonra komaya girdim, öyle ki kitap görmeye dayanamadığım için okula ders kitaplarını bile götürmüyor sadece kalem taşıyordum çantamda. Bu durum üç-dört gün sürdü. Sonra hastalıktan kurtuluş Budala (Dostoyevski) sayesinde oldu.

11. Sizi mutlu eden kitap?


6 ay için  - Büyünün Rengi

ve atlamadan geçemeyeceğim


Türk Boylarının Destanları - Karl Reichl. Bu kitap şu yüzden mutlu etti; Böyle çalışmalara ihtiyaç var. (Basım yılı 2002 bu arada. Ben geç okudum) Kitap uzun uzun destanları anlatmıyor. Türk dünyasında yer alan ve ağızdan ağıza dolanan destanların ortak yönlerini, anlatım biçimlerini sınıflandırarak açıklıyor. Çalışma hazırlanırken son destan anlatıcılarını ve ekollerinin kayıtları da alınmış. Biz bunlara önem vermiyoruz ama bu tarz çalışmalar kültür açısından  önemli bence. Gayet derli toplu, sıkıcılıktan uzak bir çalışma olmuş, mutlu oldum. (Bana neyse?)


Onlar Yoktu (Dean R. Koontz) Şöyle ki ortaokulda falan okuduğum bu kitabı çok beğenmiştim. Özellikle bir kadının "sizler onları görebiliyorsunuz, ayırt edebiliyorsunuz. Ben ise bunu yapamıyorum. Bundan sonra ben insanların içinde nasıl yaşayacağım" diye sızlanması hala aklımdadır. Gelin görün ki tüm bunlar aklımdaydı ama kitabın adını hatta yazarını hatırlamıyordum. Geçen senelerde kütüphaneye gittiğimde gördüm, kitabı aldım, bağrıma bastım... Uzun süredir hayatımı kapsayan bir gizemi çözmüşcesine mutlu oldum, arkada çalan fon müziği ve yüzümdeki Bruce Willis gülümsemesi ile eve geri döndüm. Mutlu oldum.


12. En beğendiğiniz kitaptan uyarlanan film?


Gıcık bir insan olarak kitap uyarlaması filmleri beğenmemek hobimdir. Yine de bakmak gerekirse;

 Yüzüklerin Efendisi- Filme uyarlanırken hakkında çok atıp tuttum, yönetmene çok tatlı sevgilerimi gönderdim, sinemada izleyip saydırdım hala da kitaplar bin basar diyorum ama yine de arada açıp izliyor muyum? Evet. Bu bir kenarda dursun. (popülist yaklaşım)


Yeşil Yol ve Medyum (S. King) iyidir.


Ciddi ve gerçek anlamda Guguk Kuşu ( Ken Kesey)


Anılar modu; Nils ve Uçan Kaz

Gerçi film değil ama ben küçükken fanatiği olduğum bir çizgi filmdi. Selma Lagerlof' un kitabından uyarlanma. Kitabın Nobel ödülü de var yanılmıyorsam. Ortaokulda yaz tatilinde okumuştum. Ağlamış olabilirim :)


13. Bu yıl yazdığın favori kitap yorumun?


Ben kitap yorumu yazmaktan pek hoşlanmıyorum açıkçası. Ciddiye almam gerektiğini düşündüğüm bir konu çünkü, bu da bana pek gelmiyor - bu konuda (kitap yorumları) bazı eleştirilerim var ama değinmeyeceğim şu anda - özellikle bu blog içinde. (Bloğun hali ortada ^^)

Yine de zaman zaman blog ile bağlantılı olduğunu düşündüğüm kitaplar ya da yazarlarla ilgili yazılar ekleme çalışıyorum. Bu sene üç tane yazı eklemişim.

Zhang Jie - Kelimeler Yetmez

Mai Jia - Birim 701: Rüzgarı Dinleyenler

Ookuninuşi- Akiko Acar

Neye dayanarak favori diyorum ben de bilmem ama Zhang Jie diyorum.


14. Bu yıl satın aldığın en güzel kitap?

Neyi ne zaman aldım bilmiyorum ama emin olduğum iki tane var (bu yıl satın aldığıma eminim, okuduklarım arasından). Cevabımı onlardan yana kullanıyorum. Büyünün Rengi ve Taras Bulba (Gogol) Taras Bulba, Gogol'ün bende eksik kalan eserlerinden biriydi, okudum ve rahatladım. Ayrıca güzel kitap.

(Hahaha bu yazıda bir kitap hakkında bilinçaltı çalışması mı yapıyorum acaba?)


15. Yıl sonuna kadar neleri okumak istiyorsun?

Ayyyy çok okumak istiyorum.  Ben ne kadar liste yapsam da ( huyumu bildiğim için yapmam. Planladığım şeyleri  gerçekleştirdiğim  nadirdir) o liste o anki ruh durumuma, canımın çektiğine, keyfimin kahyasına göre değişecek.  Şimdi elimin altında, masanın yakınında okunmayı bekleyen kitaplar gözlerini bana dikmiş, renk veriyorlar. ADSL modemini bilirsiniz. Üzerindeki ışıklar zaman zaman kıpraşır, yanıp söner. Aynen karşımdakilerde öyle yanıp sönüyorlar. O nedenle bir ışık seli haline gelmiş bu köşenin sesini dile getiriyim en azından;


Kappa - Ryunosuke Akutagava

Yaban Koyunun İzinde - Haruki Murakami

Savaş Artığı - Ha jin ( Bakın buna elim gitmiyor gerçi, duymasın!)

Günler ve Geceler - Konstantin Simonov

Beş Paralık Roman- Bertolt Brecht (Üç Kuruşluk Opera' yı çok severim. Brecht' in bu kitabı yeni geçti elime yoksa şimdiye kadar atladığımdan değil)

Savrulan Otlar Arasında - Boris Vian ( Okumadığım bir iki eserinden biri. Nasıl atlamışım!)

Anayurt Oteli - Yusuf Atılgan

Kelime ve Dimne - Beydaba

Ruh Dağı - Gao Xingjian

21.yy stratejilerinde Türk Denizcilik Tarihi -  Erdinç Sancar

Türkiye'nin Yakın Tarihi -İlber Ortaylı

Siberya - Stanislaw Lem

Anathem - Neal Stephenson (Uygun zamanı bekliyorum. Biraz büyük puntolu basım olsaymış keşke. 800 küsur sayfanın sonunu kör olmadan getirebilmeyi diliyorum)

Kızıl Yıldız - Alexander Bogdanov

Çeçen Nart Efsaneleri  - Derleyen : Sirazhdin Elmurzayev

Zadig - Voltaire

Kargaların Ziyafeti - G. Martin

Kızıl Mars- Kim Stanley Robinson

İkiz Yıldız - Robert A Heinlein

Kızıl Tuğ - Abdullah Ziya Kozanoğlu
..................

Bu böyle devam eder gider, yoruldum.

Böylece bu mimin sonuna geliyorum. Bittiiii.... (Oldukça uzatıp, soruların istediği cevapları gevşetmiş, esnetmiş olabilirim :P )  Normalde pek kitap muhabbeti yapmayan bir insan olarak eğlendim yaparken.


Odanın o malum köşesinde yer alan, adını anmadığım kitaplar isyan başlatarak  toplanıp "Niye bizi anmadın?!!" diye üzerime doğru gelecekler birazdan, biliyorum. O nedenle ekran karşısındaki yerimden bir süreliğine kaçarken bu mimi,  (şu ana kadar kimlerin mimlendiğini ya da yapmak isteyeceğini kestiremediğimden) yapmak isteyen herkese gönderiyorum.

Akagami No Shirayukihime (Anime): 2. Sezon

$
0
0


2016 animelerinden Akagami no Shirayuki-hime' nin 2. sezonu ilki gibi 12 bölüm. Bana kalırsa bu sezon en az ilk sezon kadar iyi hatta ondan biraz daha iyi.


İkinci sezonda olaylar gelişiyor, ilişkiler değişiyor (ilerliyor ya da derinleşiyor diyelim),  karakterler daha fazla ortaya çıkıyor, karakterler arası bağlar daha net ortaya seriliyor, değişiyorlar, gelişiyorlar. Tüm bunlar sezonu güzelleştiriyor.


Bir de Prens Raj faktörü var :) Daha tam olmadı ama kendisi ve Sakaki ilgiyi hak ediyor.

Hemen geçiyorum "en"lerime;


En Taş karakter: Neredeyse bir mükemmellik örneği olan, hafif sayko olsa da beğenerek takip ettiğim karakter tabii ki Prens Izana (Ishida Akira) . Evlendiği zaman tüm Clarines sakinleri gibi ben de üzüleceğim sanırım :(





En Güzel Karakter: Güzelliği ile olduğu kadar, duruşu ve karakteri ile de takdir toplayan Kiki. Ayrıca Kiki - Mitsuhide çifti dünyanın en eğlenceli  çiftlerinden bir tanesi olabilir.





En Sinir Bozucu Tipler: Rona ve Euguna. Raj'ın ikiz kardeşleri olan bu ikili biraz sinir bozucu. Çocuk aslında efendi biri ama  kız kardeşi Rona dominantlığı ile sinir bozuyor.



En Seksi: Obi. Sonunda kendini bir yere ait hissetmeyi başarabildiğine ve efendisi Zen' e bağlılığına ikna olmasına sevinmekle birlikte doğal olarak Shirayuki' den de bir hayli etkilenen Obi kardeşimiz bence animenin en seksi kişisi. Bunda seiyusu Nobuhiko Okamoto' nun   da etkisi olabilir.



En Hırslı karakter: Mihaya (Toshiyuki Toyonaga). Adam ne yaptı ne etti istediğini aldı.



Hikaye etraflarında döndüğü için en hoş çift Shirayuki ve Zen. Zen kardeş örnek alınması gereken bir insan bu arada hehehe. Kiki ve Mitsuhide çifti de gayet eğlenceli ve hoş. Yazının bu bölümünde kendimi, sarayın iki bekçisinden genç olanı gibi hissettim.




Akagami no Shirayukihime' nin 2.sezonu da hoş, kendini izleten ve eğlenceli dakikalar vadeden 12 bölüm bence.

You're All Surrounded - Kore Dizisi

$
0
0




Günlerden bir gün polisiye damarımın kabarması üzerine hadi bir şans vereyim diye başladım bu diziye. Amacım zaman geçirmek biraz da kafamı oyalamaktı başlarken. Uzun zamandır Kore dizisi izlemediğim ya da izlemeyi tercih etmediğim için pek umutlu olmadan başlamıştım You're All Surrounded'ı izlemeye. Öncesinde adı etrafta dolaşan bir kaç diziye başlamış ve bırakmıştım ki aslında bu konuda çok disiplinli olan beni bile bu durum şaşırtmıştı. Ya artık ben bu dizilerden pek zevk almıyordum ya klişeler içinde yüzüyorlardı ya da etkileyicilikten uzaklardı bilemiyorum. Ancak 2014 yapımı olan bu diziye başladıktan sonra kendimi bölüm üzerine bölüm izlerken buldum. Benim açımdan son zamanlarda izlediğim en iyi Kore dizisiydi You're All Surrounded.



Her ne kadar polisiye olsa da içinde aksiyon, mizah, eleştiri, gizem, suç, dram ve romantizm öğelerini çok tadında ve dengeli bir şekilde barındırıyor. Oyuncu kadrosunun iyi performansı ve kurgunun 20 bölüm içine, insanı süründürmeden, derli toplu ve sonunu getirir bir şekilde yayılması da sürükleyiciliği getiriyor.


Hikaye Gangnam Polis Teşkilatına atanan 4 yeni dedektifin işe başlamasıyla başlıyor. Ekibin tümünün yeni üyelerden oluşması gibi radikal bir karar  ve efsanevi dedektif olarak adlandırılan Seo Pan -Seok' un altına verilmesi zaten etrafta ve özellikle basında büyük yankı uyandırıyor. Bu daha fazla stres demek. Seo Pan- Seok ( Cha Seung- Won) zaten bu karar karşı, bu nedenle bu 4 gence karşı negatif tutum içerisinde ki adamcağızın tek derdi bu veletler de değil. Ayrıca ekibin içerisinde 11 yıl önce işlenen bir cinayetin mağdurlarından biri  bulunuyor ve  zamanında soruşturmanın başında olan Seo Pan Seok' un bundan haberi yok. Olaylar bundan sonra gelişerek devam ediyor.
Dizi daha ilk sahnesinde hoş ve eğlenceli bir giriş yapıyor ve ilk bölümü ele alışı ile birlikte insanı içine çekiveriyor. Bu arada ilk bölümdeki müzik seçimleri ayrıca hoş. Yine ilk bölümde oppacı kızların emniyet içindeki etkileri gözlemlenebilir :P




Ekip Lideri Seo Pan Seok karakteri kendi çizgisi ile geçmişi ile duruşu ile diziye çok fazla tat katıyor. Karakterin bu başarısının ardında Cha Seung Won' un  başarılı performansının büyük etkisi var. Bu dizide hem karakterin genel tepkileri hem de diğerleriyle ilişkileri eğlendirici, üzücü, düşündürücü vs... En eğlenceli noktalarından bir tanesi ekip üyeleri hakkında yaptığı yorumlar ve ardından delicesine gülmesi olsa gerek. Doğal olarak başta - çeşitli nedenlerden - istemediği çocuklara olan toleransı, çocukların çabaları, onları değerlendirmesi ve aslında iyi kalpliliği diziye keyif katıyor.

Garibimin "Ne biçim elemanlarım  var!!" diye yakınması da eğlenceli aslında. "Biri benden nefret ediyor, diğerinin eski karımda gözü var vs... " Ancak bunları olgunlukla halletmeye çalışması takdire şayan.


Bulunduğu yere atanan diğer ekip lideri Kim- Sa Kyung ile olan ilişkisi hem iç acıtan, hem geliştikçe iç ısıtan izlemesi keyifli bir ilişki.




Benzer şekilde Dae-Gu ile olan nefret ilişkisi, zaman zaman çocuk gibi inatlaşmaları ancak bazen - özellikle kadınlar konusunda- hem fikir olabilmeleri ve daha nicesi diziyi inanılmaz zevkli kılıyor.





Eun Dae Gu (Lee Seung Gi) Aslında dizinin ana karakteri diyebiliriz Dae Gu için. Her ne kadar soğuk, toleranssız, insanlardan uzak durmaya çalışan, intikam ateşi ile içten içe yanan biri olarak gözükse de karakterin anlatımı ve gelişim çizgisi başarılı. Diziyi başarılı yapan noktalardan bir tanesi bu. Çocukluk hali de bir o kadar tamamlayıcı. Lee Seung Gi' nin de hakkını vermek lazım. Performansı oldukça başarılı.



Eo Soo Sun (Go Ara) Eo Soo Sun karakterine bayıldım ben. Azimli, sakar, çok parlak değil ama yaptığı işe inancı tam, enerjik, kendi ayakları üzerinde sonuna kadar durmaya çalışan ve kendini acındırmaktan uzak. Hafif anaçlığı ile ekibin ekip olmasındaki  etkisi büyük. En önemlisi içindeki  adalet duygusu. Gençliğinde erkek kardeşi kız arkadaşını aldattı diye kardeşi ve yeni kız arkadaşıyla kavga çıkarmaktan bile çekinmeyecek biri. Doğallığı, zaman zaman şapşallığı ve güçlülüğü ile izlemesi keyifli bir karakter ve Go Ara başarılı  ve sempatik bir şekilde işi götürmüş.







Park Tae II (Ahn Jae Hyeon) Ekibin gizemli karakterlerinden. Aslında bunun aksine açık bir insan. Mükemmel insan karakterine yakın bir çizgi gösteriyor. Takdir etmemek elde değil.




Ji Gook  (Park Jung Min) Ekibin en tatlı elemanı. Trafik polisi kontenjanı dolduğu için Gangnam' da dedektif olayım bari diyen Ji Gook, ekibe renk katıyor.


Bunun dışında takım şefi Lee Eung Do (Sung Ji Ru ) her ekibe lazım babacan bir karakter ancak nüfus planlamacılarının pek hoşlanmayacağı biri olabilir.


Eh bu Takım 3, dizideki olayların merkezi. Durum böyle olunca diğerleri tarafından dizi gibi takım olarak adlandırılmaları, üzerlerinde bir nevi kurşun dökme olayına girilmesini falan gülerek izliyorsunuz.

Diziyi güzel yapan noktalar ne diye sorarsanız daha önce dediğim gibi sürükleyiciliği, derli toplu oluşunu tekrarlarım. Bunun dışında içinde pek çok öğeyi barındırmasına rağmen ne  komediye dönüşüyor, ne dramın dibine vuruyor ( zaman zaman izleyene göre gözler dolabilir). Gizem ve merak unsurunu sürdürüyor.


Romantizm adına da noktalar var ki ben bu unsurdan hiç hazzetmeyen biri olarak Dae Gu- Eoo Soo ilişkisinden etkilendim. O kadar tatlı ve hoş anlatılmış ki ardındaki derinliği, önemi de rahatça aktarıyor aynı zamanda bu ikisi oldukça eğlenceli olmayı da başarabiliyor. Çocukluklarında da ilişkileri normal dışı zaten. Özellikle Dae Gu' nun duygularının anlatılışı etkileyici. Dae Gu' nun dizi boyunca ilk kez saçma bir şekilde Eo Soo' nun gençlikten gelen dansına içtenlikle gülebilmesi ( ki yalnız tuvalete gidemediği için kızı yanına almıştı), Ondan aldığı destek gibi noktaların sahnelerle aktarımı etkileyici kılmış bunu.

Her ne kadar amacı bu olmasa da sisteme ve bunun içindeki yozlaşmış insanlara yapılan göndermeler. diğer bir unsur.


Dizide kimse saf kötü değil. Belki bir kişi hariç. Herkesin bir nedenselliği var tabii ama dizideki çoğunun (istisnalar hariç)nedensellikleri de boş beleş değil aslında. Misal,  Kang Seok Soon ( Seo Yi Sook ). Bu kadına ne tam anlamıyla kızabiliyor insan ne de saf, temiz diyebiliyor. Buna rağmen tüm hatalarına karşın kendi amaç çizgisini ve mesleğinin etiğini elinden geldiğince korumaya çalışıyor ve hatalarını telafi yoluna gitmek için çabalıyor.


Karakterler, birbiri ile uyumsuzluklarının içinde uyum yakalamayı başarabiliyor ve oyunculuklar başarılı.

Bunun dışında dizinin verdiği bir mesaj daha var. Sizin için değerli biriyle ilk buluştuğunuz yeri unutmayın. Bu önemli!

Uzun zamandır dizi izlememiş olan bana çok keyifli geldi You're All Surrounded. Hala izlememiş olan ve izleyecek bir şeyler arayan varsa tavsiye ederim. Kendi adıma çok başarılı bir seçim yapmışım, kendimi tebrik ettim. Şimdi benzer ayarda keyif verici bir dizi bulamamanın acısını yaşayacağım bir süre.



The Monkey King 2: Batıya Yolculuk Devam Ediyor

$
0
0



Cheang Pou-Si' nin 2014 yapımı The Monkey King' i çoğunluk üzerinde bir hayal kırıklığı yaratmıştı. İlginçtir ki yönetmen bunun üzerine koltuğunu bırakmamış ve 2. filmi çekmiş. The Monkey King 2, Çin-Hong Kong menşeili,  yönetmenin 2016 yapımı filmi.


Aynı yönetmenin elinden çıkmış olmalarına rağmen iki film arasında fark var, doğruyu söylemek lazım. İlk filmi, Wu Cheng'en' in Xi Youji'sine (Batı'ya Yolculuk) duyduğum ilgi nedeniyle izlediğimi ve kendimce eğlendiğimi söylemiştim. Bu filmi ise, sadece benim gibi nedenleri olanların dışında, daha geniş bir kitle beğenebilir.





Hikaye, ilk filmin kaldığı yerden devam ediyor. En son Sun Wukong, Buda tarafından cezalandırılmış ve Beş Element Dağı'na hapsedilmişti. Rivayet edildiği şekilde, 500 yıl sonra ( yani evet, ikinci film ilkinden 500 yıl sonra geçiyor) Budist rahip Tang Sanzang (Feng Shaofeng ) oradan geçerken Sun Wukong' u kurtarıyor. Aslında Sun Wukong' un bilmediği bu rastlantının uzun zaman önce Merhamet Tanrıçası tarafından ayarlanmış olduğu. Kendisinin, rahibe Hindistan'a olan yolculuğu esnasında eşlik edeceği ve ona korumalık yapacağı da çooook önceden ayarlanmış bir olay. Neyse, Sun Wukong bir şekilde rahiple yola koyulmaya başlıyor. Yanlarına yine Tanrıça tarafından çoook önceden kararlaştırılmış şekilde Zhu Bajie (Xiaoshenyang ) ve Sha Wujing (Him Law ) katılıyor.




Filmde Batı'ya Yolculuk' un bir bölümü - The White Bone Demon- ele alınmış. Bu bölüm orijinalinden farklı bir şekilde   kurgulanarak filme aktarılmış. Bu noktada filmin olayı ele alış tarzı tartışmaya açık olsa bile, kendi içinde ve yarattığı atmosfer ve anlatım tekniği içerisinde tutarlı ve genel anlamda başarılı olmuş bence.


Aaron Kwok, Sun Wukong olarak oldukça iyi bir iş çıkarmış, Sun Wukong' u yorumlayış tarzı ve duruşları bu ikinci filmin atmosferi içinde oldukça tutarlı ve oturaklı olmuş. İlk filmde Donnie Yen' in Sun Wukong' u da başarılıydı ve ilk filmin havasına ve durumuna uygun olarak oturuyordu. O yüzden hangisi daha iyi gibi bir kıyaslamaya girmeyeceğim çünkü bana kalırsa iki film arasındaki atmosfer, ele alış tarzı ve tercihler farklı. Buna bağlı olarak Aaron Kwok (artık kendi yorumlayışı mı yoksa verilen direktif mi bilemem) , tarzı ve tonu çok iyi tutturmuş, tebrik etmemek elde değil.



Bu arada bu filmin aksiyon koreografının Summo Hung olduğunu belirteyim. Aksiyon koreografileri tatmin edici. Efektler ise ilk filmle kıyaslanamayacak derecede başarılı.




Xioshenyang, Bajie için çok iyi bir seçim olmuş. Sha Wujing karakterinin yorumlanışını da hoş buldum. Feng Shaofeng' in  Budist rahip Tang karakteri de sırıtmamış.








Gelelim Gong Li' ye. The White Bone yorumunu orijinalinden bağımsız ve film içinde değerlendirmek gerekirse çok başarılı. Bir ağırlık getirmiş. Duruşu, tepkileri vs.. filmin genel havası içinde oldukça tutarlı ve işi götüren cinsten. Ayrıca uygulanan makyajı enfes buldum. Yine kullanılan efektler ve geçişleri estetik olarak çok başarılı. Bunun adamları durumundaki şeytanların ele alınış tarzı da akıllıca.





The Monkey King 2, ilkinden her anlamda hayliyle başarılı, derli toplu bir film. Kitapla kıyaslanmadığında kendi içinde tutarlı bir yapım. Yine de konuya ilgi duymayanlar ve yabancı olanlar hoşlanır mı bilemem.


Tabii bunca olumlu cümlenin ardından şunu da eklemeden geçemem; her ne kadar eli yüzü düzgün bir yorum olsa da filmin bir derinliği yok. Olaylar gelişiyor ve bitiyor. Arka planda anlatılmak istenene dair bir ipucu veya bir gönderme bulmak pek mümkün değil. Merhamet, acıma, bağışlanma, günah, tamamlayıcılık, hayat vs.. gibi anlatılar ya da anlamlar - bana kalırsa - filmin içinde yer almayarak daha çok yüzeysel bir şekilde olay örgüsüne odaklanılmış. Bu nedenle arayanların bir derinlik bulması zor. Konuya aşina olanlar bazı noktaları kavrayacaktır ama uzak olanlar için fazlaca boşluk varmış gibi duruyor ayrıca.



Neyse sonuç olarak bence Aaron Kwok gençlik iksirini bulmuş ve kullanıyor. Benimle de paylaşmasını rica ediyorum.


Bir diğer nokta ise şu; Şimdiye kadar düzgün düzgün yazdım, çok az kişi anladı derdimi. Bir de şifreli yazayım bakayım belki anlayan olur. Tek kelime: Türkçe.


BORDER ( J DRAMA): Japon Dizisi

$
0
0



Border,  2014 yapımı 9 bölümlük bir Japon dizisi. Dizide Oguri Shun, Munetaka Aoki, Haru, Kenichi Takito, Kenichi Endo gibi isimler yer alıyor.



Dizi içindeki müzikler çok iyi diyordum ki Kenji Kawai'ye aitmiş.





Ango Ishikawa (Oguri Shun), işkolik sayılabilecek, başarılı bir dedektifken, bir gün olay yeri incelemesi esnasında başından vuruluyor. Mucizevi bir şekilde kurşun beyninde bir yere saplanıyor ancak Ishikawa hayatta kalıyor. Doktorların ve etrafındakilerin önerisi "kurşunu bir an önce ameliyatla çıkarılım, yan etkileri belli olmaz" iken Ishikawa ameliyata pek yanaşmıyor. Bu kurşun sayesinde ölüler ile iletişim yeteneğine sahip oluyor. Daha doğrusu cesedini gördüğü mağdur yakılana kadar onunla konuşarak katili öğrenme yeteneği diyelim.




Bu, bir polis için iyi bir yetenek olabilir ancak işin diğer yönleri de var. Bunlardan bir tanesi her katili ne yazık ki kanıtlar olmadan yakalayamıyorsunuz. Hatta bazılarını kanıtlarınız olsa bile yakalayıp adaleti sağlayamıyorsunuz. Bu da bir kişi için ağır bir acı.




Dokuz bölümün her birinde farklı bir olay inceleniyor. Ishikawa' nın çalkantılarını, giderek adaleti sağlama arzusunun artışını, kendisinden yardım isteyenlere el verme çabasının daha da yukarı çıkışını izliyoruz. Doğal olarak adalet isteği büyüdükçe, adaleti sağlama konusunda her yol mübahtır anlayışının kişinin içinde gelişmesi muhtemel ve adalet saplantısı ile kötülük arasında da ince bir çizgi var. Dizi ilerledikçe alttan alta buna odaklanıyor.


Final için söyleyebileceğim; çok sakin olduğu. O kadar sakin ve kendi halindeki, bir süre sessiz kalıp odaklanıyor insan. Yani basitliğine, aniliğine ve sadeliğine hatta insanın hafif bulabilme olasılığına rağmen etkileyici. Bu nedenle ben takdir ettim.



Karamsar havasına rağmen, içten içe insanı eğlendirme potansiyeline de sahip dizi. Şimdi bakınca sanki çok boğuk bir atmosferi varmış gibi anlatmışım. Kendine has bir havası var ama o kadar da ağır değil.



Oyunculukların iyi olduğu, uzatmayan, süründürmeyen , bana kalırsa başarılı bir yapım. İzleyecek dizi arayanlar bunu kaçırmasın derim. Bu arada dizinin açılış parçası Man With A Mission' dan "evils fall".




Viewing all 273 articles
Browse latest View live